RUS FİZİKÇİ NIKOLAI A. KOZYREV İLE ETER VE ZAMAN BİLİMİ
Tüm fiziksel maddenin dramatik fiziksel kanıtları onlarca yıldır eter, görünmez ancak hissedilebilen bir enerji, tarafından şekillenmektedir.
Tanınmış Rus astrofizikçi Dr. Nikolai A. Kozyrev (1908-1983) böyle bir enerjinin var olması gerektiğini hiç şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtladı ve bunun sonucunda gerek ana akım gerekse Rus bilim camiasında en tartışmalı isimlerden biri oldu.
Onun ve onu takip edenlerin çalışmalarının muhteşem sonuçları eski Sovyetler Birliği tarafından neredeyse tamamen gizlendi. Aslında önemli bilgilerin gizlenmesine çoğu zaman gerek Batı gerekse Doğu ülkelerinde rastlarız. Hiçbir devlet edindiği bilgileri olur olmaz zamanlarda hepimizin gözü önüne sermeyi istemez. Ancak geçen yüzyılın en önemli siyasi gelişmelerinden olan Demir Perde'nin yıkılışı ve nihayet İnternet'in ortaya çıkışıyla, Kozyrev'in, evren anlayışımızı tamamen değiştiren temel bulgularından, binlerce doktora düzeyindeki uzmanın iki nesil boyunca yaptığı dikkate değer araştırmaları gibi, Rusya'nın en iyi saklanan sırları da ortaya çıkmış oldu.
Eter, Görünmeyen Enerji Ortamı
Eterin varlığı, 20. yüzyılın başlarında böyle bir gizli enerji kaynağının var olmadığını "kanıtlamak" için seçilmiş 1887 tarihli Michelson-Morley deneyine kadar bilimsel çevrelerde sorgusuz sualsiz, geniş çapta kabul ediliyordu.
Bununla birlikte, birkaçını saymak gerekirse, "karanlık madde", "karanlık enerji", "sanal parçacıklar", "vakum akışı" ve "sıfır noktası enerjisi" gibi çok daha yeni buluşlar, Batılı bilim adamlarının gerçekten de evrenin tamamında görünmeyen bir enerjinin var olması gerektiğini isteksizce de olsa kabul etmelerine neden oldu. İlginç bir şekilde yasaklı sözcük olan "eter" yerine "kuantum ortamı" gibi iyi huylu bir ifade kullandığınız sürece, ana akım basında alay edilme korkusu olmadan bunun hakkında konuşabilirsiniz.
Eterin varlığına dair kanıtların ilk örneklerinden biri saygın fizikçi Dr. Hal Puthoff'tan gelmiştir. Puthoff sık sık 20. yüzyılın başlarında, kuantum mekaniği teorisi ortaya çıkmadan önce gerçekleştirilen ve "boş uzayda" herhangi bir enerji olup olmadığını görmek için tasarlanmış deneylerden bahsetmektedir.
Bu fikri laboratuvarda test etmek için Faraday kafesi olarak bilinen metal kafesi kullanarak, tamamen havadan arındırılmış (vakum) ve bilinen tüm elektromanyetik radyasyon alanlarından kurşunla korunmuş bir bölge oluşturmak gerekiyordu. Bu havasız vakum alanı daha sonra mutlak sıfıra veya eksi 273°C'ye, yani tüm maddenin titreşiminin durması ve dolayısıyla ısı üretmemesi gereken sıcaklığa kadar soğutuldu.
İşte bu deneyler sonunda bize, boşluktaki enerji yokluğunu göstermek yerine, tamamen elektromanyetik olmayan bir kaynaktan gelen muazzam miktarda bir enerji bulunduğunu gösterdi.
Dr Puthoff, sıklıkla, bunu çok yüksek büyüklükteki bir enerjinin “kaynayan kazanı” olarak adlandırır. Bu enerji hâlâ mutlak sıfırda bulunabildiği için bu kuvvete "Sıfır Noktası Enerjisi" veya ZPE (Zero Point Energy) adı verildi; oysa Rus bilim insanları buna genellikle "fiziksel boşluk" veya PV (Physical Vacuum) adını veriyor.
Tanınmış ana akım fizikçilerden Dr. John Wheeler ve Dr. Richard Feynman, tek bir ampulün boşluktaki sıfır noktası enerji miktarının, dünyadaki tüm okyanusları kaynama noktasına getirecek kadar güçlü olduğunu hesapladı.
Açıkça görülüyor ki, zayıf, görünmeyen bir güçle karşı karşıya değiliz; aksine, tüm fiziksel maddenin varlığını sürdürmek için fazlasıyla yeterli güce sahip, neredeyse imkânsız derecede büyük bir güç kaynağıyla karşı karşıyayız.
Eter teorisinden ortaya çıkan yeni bilim görüşüne göre, temel kuvvet alanlarının dördü de (yerçekimi, elektromanyetizma, zayıf nükleer kuvvet veya güçlü nükleer kuvvet), eterin bu modele göre namı diğer sıfır enerji noktasının (Zero Point Energy) basitçe farklı biçimleridir.
Profesör M. T. Daniels, Dünya yüzeyine yakın yer çekimi enerjisinin yoğunluğunun 5,74 x 10ⁱ (i=10) (t/m3)'e eşit olduğunu buldu. (Bu yeni modelde yer çekiminin eterin başka bir formu olabileceğini unutmayalım.)
Prof. Daniels'in bulgusu, yerçekimi alanından bu "serbest enerji" gücünün 100 kilowatt'lık oldukça büyük bir kısmının çekilmesinin, o bölgede üretilen doğal enerjinin son derece küçük bir yüzdesine (%0,001) düştüğü anlamına geliyor.
Dr Nikola Tesla'nın yürüttüğü araştırma, 1891'de eterin "katı cisimlere karşı sıvı, ışık ve ısıya karşı katı gibi davrandığını" ve "yeterince yüksek voltaj ve frekans" altında ona erişilebileceğini -ki bu da ona erişilebileceğini- ifade etmesine yol açtı. Bu bedava enerji ve anti-yer çekimi teknolojilerinin mümkün olduğuna dair ipucuydu.
Tesla'nın, katı nesnelerle çalışırken eterin sıvı benzeri bir etkiye sahip olduğu yönündeki açıklamasına özellikle dikkat edelim çünkü bu, Dr N. A. Kozyrev'in çalışmalarıyla doğrudan bağlantılıdır.
Maddeyi Yeniden Yorumlamak
Kozyrev'in çalışmasını ve ilgili bulgularını gerçek anlamda kavramak için fiziksel maddeye yönelik bazı yeni analojiler gereklidir. Kozyrev'in çalışması bizi Evrendeki maddenin tüm fiziksel nesnelerini sanki suya batırılmış süngerlermiş gibi görselleştirmeye zorluyor. Bu benzetmede süngerlerin, tamamen doymuş hale gelene kadar yeterince uzun süre suda kaldıklarını düşünmeliyiz.
Bunu göz önünde bulundurarak su altında bu tür süngerlerle yapabileceğimiz iki şey vardır: İçerdikleri suyun hacmini çok basit mekanik işlemlerle azaltabilir veya artırabiliriz.
- Azalma: Suya batırılmış, doymuş bir sünger sıkılır, soğutulur veya döndürülürse içindeki suyun bir kısmı çevreye salınarak kütlesi azalır. Süngere artık dokunulmadığı zaman, milyonlarca küçük gözenek üzerindeki baskı hafifler ve süngerin tekrar suyu emmesine ve normal dinlenme kütlesine geri dönmesine neden olur.
- Artma: Süngeri dinlenme halindeyken ısıtarak (titreştirerek) daha fazla su pompalayabiliriz, böylece bazı gözeneklerin rahatça tutabileceklerinden daha fazla suyla genişlemesine neden olabiliriz. Bu durumda, ilave basıncı hafiflettiğimizde sünger doğal olarak fazla suyunu serbest bırakacak ve normal dinlenme kütlesine geri dönecektir.
Çoğu insan için bu imkânsız gibi görünse de Kozyrev, fiziksel nesnelerin sallanması, döndürülmesi, ısıtılması, soğutulması, titreştirilmesi veya kırılması yoluyla ağırlıklarının ince ama belirli miktarlarda arttırılabileceğini veya azaltılabileceğini gösterdi ki bu, onun muhteşem çalışmasının sadece bir yönüydü.
Dr Kozyrev’in Geçmişi
Batı dünyası Kozyrev hakkında büyük ölçüde bilgisiz olduğundan, bazı biyografik ve araştırma bilgileri yerindedir. "Deli" veya "çılgın" bir bilim adamı olmaktan çok uzak, aslında 20. yüzyılın önde gelen Rus düşünürlerinden biri olarak kabul ediliyordu. Kozyrev ilk bilimsel makalesini henüz on yedi yaşındayken yayımladı ve diğer bilim adamları onun mantığının derinliği ve netliği karşısında hayrete düştüler.
Başlıca çalışması, Güneş'in ve diğer yıldızların atmosferlerini, güneş tutulmaları olgusunu ve radyasyon dengesini incelediği astrofizik alanındaydı. Yirmi yaşına geldiğinde Leningrad Üniversitesi'nden fizik ve matematik diplomasıyla mezun olmuştu ve yirmi sekiz yaşına geldiğinde çeşitli kolejlerde ders vermiş seçkin bir gökbilimci olarak geniş çapta tanınıyordu.
Kozyrev'in bilimsel açıdan verimli hayatı, 1936'da Josef Stalin'in baskıcı yasaları uyarınca tutuklanınca çok talihsiz ve zor bir dönemece girdi. 1937'de bir toplama kampının bilinen tüm dehşetlerine katlanarak 11 işkence dolu yılı başlamıştı. Hücresinde tek başına uzun uzun, Evrenin gizemleri üzerine düşündü, pek çok farklı organizmanın asimetri ve/veya sarmal büyüme belirtileri gösterdiği yaşamda var olan tüm kalıplara dikkat etti.
Parlak gözlemlerinin sonucu olarak Kozyrev, tüm yaşam formlarının, yeme, içme, nefes alma ve fotosentez yoluyla enerji kazanma şeklindeki normal özelliklerine ek olarak, görünmeyen, sarmal bir enerji kaynağından da yararlanıyor olabileceğini düşündü.
Kozyrev, kabuğun sarmal büyüme yönü ve insan vücudunun hangi tarafında kalbin bulunacağı gibi şeylerin bu akışın yönüne göre belirlendiğini teorileştirdi. Uzay-zamanda bir yerde enerji akışının ters yönde sarmal çizdiği bir alan varsa, o zaman kabukların ters yönde büyümesini ve kalbin vücut boşluğunun karşı tarafında olmasının beklenebileceğini düşünüyordu.
Kozyrev, yaşamın başka bir şekilde oluşamayacağını, çünkü kendini sürdürmek için bu sarmal enerjiden aktif olarak yararlandığını ve bu nedenle yolun her adımında kendi oranlarını takip etmesi gerektiğini öne sürdü. Bu anlamda iskelet sistemini bu enerjinin bir “anteni” olarak düşünebiliriz.
Kozyrev nihayet 1948'de esir kampından çıkarılıp uzmanlık alanına geri dönebildiğinde, Ay, Venüs ve Mars hakkında, on yıldan fazla bir süre sonra Sovyet uzay sondaları tarafından doğrulanan birçok tahminde bulundu. Bu tespitler ona Sovyet uzay yarışında büyük bir öncü olma ayrıcalığını kazandırdı. 1958'de Dr Kozyrev, Ay'ın Alphonsus kraterinde volkanik aktivite sergilediğini açıklayarak dünya çapında tartışmalara yeniden yol açtı.
ABD Nobel Ödülü sahibi Dr. Harold Urey, Dr Kozyrev'in Ay'daki volkanik aktivite teorisinin doğru olduğuna inanan küçük grup arasında yer aldı ve NASA'yı bir araştırma yapmaya çağırdı. Bunun doğrudan bir sonucu olarak NASA, daha sonra Ay'da önemli miktarda gaz emisyonu bularak Dr Kozyrev'in iddialarını doğrulayan devasa Moon Blink projesini başlattı.
Ancak Kozyrev'in çalışmalarının tümü NASA'nın ana akım dünyasında bu kadar kolay özümsenmedi ve NASA’nın Kozyrev çalışmaları sınırlı kaldı.
Zaman Bilimi
1951-52 kışında, Dr. Kozyrev egzotik fizik dünyasına adım atmaya başladı ve 33 yıllık çok ilgi çekici ve tartışmalı deneylerden oluşan kapsamlı bir serinin ilkiyle başladı. Söylediğimiz gibi, doğadaki sarmal enerji kalıpları kendisini, toplama kampında yaşayan Dr. Kozyrev'in inisiye olmuş gözlerine gösterdi. Onun "doğrudan bilgisi" ona bu sarmal enerjinin aslında "zamanın" gerçek doğası ve tezahürü olduğunu bildirdi.
Açıkçası, artık bildiğimiz şekliyle "zaman"ın, süreyi saymaya yönelik basit bir işlevden çok daha fazlası olduğunu hissetti. Kozyrev bizi zamanın bir nedenini, Evrende zamanla ilişkilendirebileceğimiz somut ve tanımlanabilir bir şeyi düşünmeye teşvik ediyor.
Bunu bir süre düşündükten sonra, zamanın saf, sarmal bir hareketten başka bir şey olmadığını görüyoruz. Dünyanın ve güneş sisteminin yörünge düzenleri sayesinde uzayda karmaşık bir sarmal düzen izlediğimizi biliyoruz.
Ve şimdi "temporoloji" veya zaman bilimi, Dr. Kozyrev'in öncü çalışmalarından ilham alınarak Moskova Devlet Üniversitesi ve Rusya İnsani Yardım Vakfı tarafından sürekli olarak aktif olarak araştırılıyor. Web sitelerinde şunu belirtiyorlar:
“Bizim anlayışımıza göre zamanın ‘doğası’, dünyada ortaya çıkan değişiklikleri ve yeniliği ortaya çıkaran mekanizmadır. Zamanın 'doğasını' anlamak, maddi dünyada özellikleri zamanın özellikleriyle tanımlanabilecek veya bunlara karşılık gelebilecek bir sürece, bir olguya, bir 'taşıyıcıya' işaret etmektir."
Bahçenize düşen bir ağacın “zamanın akışından” değil kuvvetli bir rüzgârdan kaynaklandığı anlaşılabileceği için bu durum ilk bakışta garip gelebilir. Ancak o zaman kendinize rüzgârın esmesine neyin sebep olduğunu sormalısınız. Sonuçta, Dünya'nın kendi ekseni üzerindeki hareketi sebepler arasında en güçlü olanıdır. Dolayısıyla tüm değişiklikler bir tür hareketten kaynaklanır ve hareket olmadan zaman olamaz.
Makaleleri Rusya Zaman Bilimi Enstitüsü aracılığıyla yayınlanan bilim adamlarının birçoğu, Kozyrev'in terminolojisini ve "zaman" kelimesini "fiziksel boşluk" veya "eter" gibi daha yaygın bilimsel terimlerle değiştirmiş olması durumunda, ilerleyen yıllarda daha fazla insan onun çalışmalarını daha çabuk anlayabileceği konusunda pek çok kişi hemfikirdir.
Burulma Fiziği
1913 yılında Dr. Eli Cartan, Einstein'ın genel görelilik teorisinde uzay - zamanın "kumaşının" (akışının) sadece "eğrilere" sahip olmadığını, aynı zamanda kendi içinde burulma olarak bilinen bir dönme veya sarmal harekete de sahip olduğunu açıkça ortaya koyan ilk kişi oldu.
Çoğu insan, Dünya'yı çevreleyen uzayın ve belki de tüm galaksinin "sağ yönlü dönüşe" sahip olduğunun artık genel olarak kabul edildiğinin farkında değil; bu, enerjinin fiziksel boşlukta ilerlerken saat yönünde dönmesini sağladığı anlamına geliyor.
Sciama ve diğerlerine göre statik burulma alanları, herhangi bir enerji yaymayan dönen kaynaklardan yaratılmaktadır. Bununla birlikte, Güneş veya galaksinin merkezi gibi herhangi bir biçimde enerji açığa çıkaran dönen bir kaynağınız ve/veya bir gezegen gibi aynı anda birden fazla hareket biçiminin meydana geldiği dönen bir sistem otomatik olarak dinamik burulmaya neden olur.
Bu fenomen, burulma dalgalarının tek bir "statik" noktada kalması yerine uzayda yayılmasını sağlar. Böylece, yerçekimi veya elektromanyetizma gibi burulma alanları Evrende bir yerden diğerine hareket edebilir.
Dahası Kozyrev, onlarca yıl önce bu alanların "süper ışık" hızlarında hareket ettiğini, yani ışık hızını fazlasıyla aştığını kanıtladı. Doğrudan "uzay-zaman dokusu" boyunca hareket eden, ışık üstü hızlarda seyahat eden ve yerçekimi veya elektromanyetizmadan ayrı bir itkiye sahip olabiliyorsanız, fizikte önemli bir atılım yapmış olursunuz – ki bu da bir "fiziksel boşluk" gerektirir, " sıfır noktası enerjisi” veya “eter” bu nedenle gerçekten var olmalıdır.
Burulma Alanı Deneyleri
Dr Kozyrev'in deneyleri 1950'lerde başladı ve 1970'lerden bu yana, laboratuvar yöntemlerinin ve sonuçların istatistiksel analizinin standartlaştırılmasına yardımcı olan Dr. V. V. Nasonov'un devam eden yardımıyla yürütüldü. Dönme ve titreşim kullanan dedektörler, Kozyrev'in "zamanın akışı" olarak adlandırdığı burulma alanlarının varlığına tepki verecek şekilde özel olarak tasarlandı ve yapıldı.
Bu deneylerin en katı koşullar altında yürütüldüğünü, yüzlerce hatta binlerce denemeyle tekrarlandığını ve kapsamlı matematiksel ayrıntılarla yazıldığını hatırlamak önemlidir. Bunlar titizlikle hakem değerlendirmesinden geçirildi ve Lavrentyev ile diğerleri sonuçları bağımsız olarak tekrarladılar.
Daha önceki benzetmemize dönersek, maddenin sudaki sünger gibi davrandığını söylemiştik. Eğer süngeri sıkmak, döndürmek, titretmek gibi yapısını bozacak bir şey yaparsak, sünger suyunun bir kısmını tekrar çevreye salacaktır.
Yıllar geçtikçe, aşağıdaki süreçlerin hepsinin, maddeyi bir şekilde bozmaları nedeniyle laboratuvarda burulma dalgalarının "zaman akışını" yarattığı keşfedildi:
- fiziksel bir nesnenin deforme olması;
- hava jetinin bir engelle karşılaşması;
- kumla dolu bir kum saatinin çalışması;
- ışığın emilmesi; sürtünme; yanma; başın hareketi gibi bir gözlemcinin eylemleri;
- bir nesnenin ısıtılması veya soğutulması;
- maddelerdeki faz geçişleri (donmuştan sıvıya, sıvıdan buhara vb.);
- maddelerin çözülmesi ve karıştırılması; bitkilerin solan ölümü;
- astronomik nesnelerden gelen ışık dışı radyasyon; ve insan bilincindeki ani değişiklikler.
Bilinçle ilgili kafa karıştırıcı son madde dışında, her sürecin maddeyi bir şekilde nasıl rahatsız ettiğini, dolayısıyla onun kendi eterik “su”yunun çok küçük miktarlarını emmesine veya salıvermesine neden olduğunu kolaylıkla görebiliriz; bu da bizim sünger benzetmemize mükemmel bir şekilde uyar.
Daha da önemlisi, güçlü duygusal enerjinin uzaktan ölçülebilir bir tepkiye de neden olabileceği gerçeği, yalnızca Dr. Kozyrev tarafından değil, birçok başka araştırmacı tarafından defalarca belgelenmiştir ve psişik fenomen ve bilinç kavramlarımız da burada devreye girmektedir.
Bu tür kavramlar, Amerika Birleşik Devletleri'ne yapılan 11 Eylül 2001 terörist saldırılarından sonra, Dean Radin ve Noetik Bilimler Enstitüsü'ndeki ekibinin, zamanı çevreleyen bilgisayarlı rastgele sayı üreteçlerinin saldırıdan hemen önce ve sonra davranışlarındaki muazzam değişikliği ölçebildiği zaman, daha da büyük bir haber haline geldi…
Veriler, insanlığın kitle bilincindeki bir değişikliğin, dünyadaki bilgisayar devrelerinde, özellikle de Kuzey Amerika'ya en yakın bilgisayarlarda elektromanyetik enerjinin davranışını bir şekilde etkilediğini gösteriyor. Bu, bükülme dalgaları ve bilincin aslında akıllı enerjinin özdeş tezahürleri olduğunu gösteriyor.
Burulma Etkilerine Yardımcı ve Koruyucu
Fiziksel maddenin daha "rahat" alanına dönecek olursak, Kozyrev'in çalışması burulma alanlarının emilebildiğini, korunabildiğini veya bazen yansıtılabildiğini gösterdi. Örneğin, şeker emilebilir, polietilen film ve alüminyum koruyucu olabilir ve diğer alüminyum formları veya aynalar yansıtabilir.
Kozyrev, bu enerji akışının varlığında, katı ve esnek olmayan nesnelerin ağırlık değişiklikleri gösterdiğini, esnek, elastik nesnelerin ise esnekliklerinde ve/veya viskozitelerinde değişiklikler gösterdiğini buldu. Kozyrev ayrıca topacın ağırlığının, titreştiğinde, ısıtıldığında veya soğutulduğunda veya içinden elektrik akımı geçtiğinde değiştiğini gösterdi.
1913 yılında burulma alanlarının varlığına teorik bir temel oluşturan Einstein-Cartan teorisi, uzayda konuma bağlı olarak sağ ya da sol el burulmasının olduğunu öngörmektedir. Kuantum fiziğinde "dönme" kavramıyla ilgili daha sonraki keşifler, "elektronların" "sağ-elli" veya "sol-elli" dönüşe sahip olduğunu doğruladı; bu da hareketin saat yönünde veya saatin tersi yönünde algılanacağı anlamına geliyor. Tüm atomlar ve moleküller, sağ ve sol el dönüşleri arasında değişen derecelerde denge sağlar. Kozyrev, şeker gibi güçlü sağ elli moleküllerin burulma etkilerini koruyabildiğini, terebentin gibi güçlü sol elli moleküllerin ise bunları güçlendirdiğini belirledi.
Daha sonraki Rus araştırmaları, sıradan polietilen filmin burulma dalgalarına karşı mükemmel bir kalkan görevi gördüğünü de belirledi ve bu bulgular, Dr. Alexander Frolov tarafından tartışılanlar gibi birçok farklı deneyde kullanıldı.
Sonraki yazımızda Kozyrev Aynaları konusunu işleyeceğiz ve gizli kalmış Rus Bilim dünyasının üzerinde çalıştığı konuları yaptıkları deneyleri göreceğiz.
Levent Aslan
Yorum Yap