MAX RÖPORTAJ
L E V E N T A S L A N
Yazı: Dilek Girgin
Fotoğraf: Erhan Tarlig
Prodüksiyon: İlker Aydın
Mekan: Doğa Enerji
Inkılap Yayınları’ndan çıkan kitabının ismi ‘Kasabanın Altı Günü’. Bas bas bağıran bir isim. “Yollar seçeneklerle doludur ve seçtiğiniz her yol önünüzde yeni bir gelecek açar,” ile “Gece karanlığında yol alırken bilmediğiniz bir yola sapmadan önce bir kez daha düşünün.” Bunlar da arka kapak spotları. Neyle karşılaşacağınızı ta en başından anlatıyor Levent Aslan, onda kandırmaca yok. Ama şiddet var, kan var; çok fazla, rahatsız edecek ölçüde hem de, “Biraz abarttım galiba” diye özeleştiri yapıyor. Gerilim de sıkı. Romanın esas kahramanı Poyracık adlı küçük kasaba; konumu ona bu itibari sağlıyor işin doğrusu. En dikkat çeken öğesi ise, askeri birlik; çok sessiz, iletişimden uzak, garip. Poyracık’ın kenarında bir korku adacığı sanki. Bir gece bir ışık parlıyor, yer sarsılıyor, ardından korkunç bir kabus başlıyor. Orta yaş grubu insanlar, 40-50 yaş arasındaki herkes yavaş yavaş deliriyor, vücutları çürüyor. Bu yaş güruhu çocuklarını kesmeye, yaşlıları biçmeye başlıyor. Garip araştırmalar, uzaylılar var işin içinde. Derken kasabaya bir adam geliyor... Atmosfer Stephen King’in ‘Şeffaf’ını andırıyor; sinsi. Zaten Levent Aslan, genelde King’e öykündüğünü inkar etmiyor. “Pek çok okura King’in Kara Kule serisini de çağrıştırabilir romanım.Bu kitapta bir ana karakterin arayışı var. Bir komplo teorisini açığa çıkarma şeklinde. Ancak kahramanımız, gördüklerini kat kat aşacak önemli bir organizasyonla karşı karşıya kaldığını Kasaba’dan kaçmayı başardıktan sonra anlayacaktır.‘Kasabanın Altı Günü’nün durumu budur.”
Şiddet, korku, panik, gerçek üstü bir dünya. Fantastik - gerilim yazarı Levent Aslan’ı bu tanımlarla bir araya getirmek zor aslında. Öyle sakin bir görünümü var ki. Ama ya o gözleri, kocaman, kıpır kıpır gözleri. Onlara bakmak, Stephen Kingvari yazan bu adamı anlamak için yeterli olabilir; genel görünümüyle bağdaşmayan şeyler, o gözlerle bağdaşabilir. 1963, Ankara doğumlu. İstanbul’da yaşıyor. Marmara Üniversitesi İktisadi İlimler Fakültesi İşletme Bölümü mezunu. Yıllarca bir sürü kurumda mesleğini icra etmiş, ediyor. Bir ara ticarete atılmış, işi batırmış. 12 yıllık evli, 8 yaşında da bir kızı var. “Geçmişte edebiyatla ilgim fazla olmadı. En azından bazı eleştirmenler tarafından yüksek edebiyat diye tanımlanan edebiyatla haşır neşir olmadım. Ancak tür olarak korku edebiyatı, bilim kurgu edebiyatı gibi ayrımlar hala bir alt tür olarak görülse de benim her zaman klasiklerden daha fazla ilgimi çekmiştir. Üniversiteden bu yana yazıyorum; daima fantastik - gerilim türünde,” diyor. 25 yıldır Bilim ve Teknik Dergisi okuyor, King dışında Lovencraft, Edgar Allen Poe, Dean Koontz, Arthur C.Clarke, Asimov seviyor.
1991 yılında ‘Karanlığın Gözleri’ adlı romanını, 1994 yılında da ‘Gece Yarısı Kabusları’ adlı öykü kitabını kendi çabalarıyla bastırıp dağıtmış. Bir tesadüf sonucu tanıştığı polisiye-gerilim yazarı Osman Aysu, elinden tutup Inkılap’a götürmüş onu. ‘Kasabanın Altı Günü’ böylelikle ulaşmış okura ve bu anlamda bir ilk kitap.Akşamları ve hafta sonları çalışarak dört yılda yazdığı ‘Kasabanın Altı Günü’, bir serinin ilk kitabı. Şu anda ikincisini yazıyor Levent Aslan.
Bir gerilim romanı ne gibi şeylerden ilham alır?
‘Küçük sahnelerden bütün yaratmak gibi bir yöntemim var. Normalin ötesinde düşüncelerim. Bu küçük sahnelerin yazarken ya da yazmaya başladıktan sonra kafamda sürekli düşündüğüm konunun bütünüyle ilişkili olmasını sağlarım.Bir örnek vereyim. Kızım buz pateni yapıyor. Öğretmenleri sürekli uyarıyor; “Aman dikkat edin, elini yere koymasın” diye. Parmaklarını yere koyan bir insanın üzerinden başka biri patenle geçip, elini parçalayabilir, orayı kan damlalarına boğabilir. Kötü bir sahne değil mi? Böyle bir sahnenin ne kızımın ne de bir başka çocuğun başına gelmesini isterim. Çok sinir bozucu bir durum ancakböyle bir sahne üzerine bir roman geliştirebilirim. yazabilirim. Çünküparmaklarını kaybetmesi onda başka yeteneklerin gelişmesine neden olabilir mesela. Sürekli böyle şeyler canlanıyor kafamda. Günlük hayatın içindeki gerçek tehlikeleri veya kötülükleri gerçeküstü kurgularla besliyorum gerilimi yaratırken.
Kana tutkusu mu bu?
Değil. Mesela ‘Kasabanın Altı Günü’nde kurgu getirdi ‘kan’ı. Serinin ikinci kitabında şiddet belki azalacak. Ama eksilmeyen bir heyecan ve gerilim hep olacak.Kasaba’nın Altı Günü’ndesonradan fark ettim biraz aşırıya kaçtığımı. Ama yine de memnunum.
Sizin romanınızdaki uzaylılar niye indirekt bir yöntem kullanıyorlar ve işi uzatıyorlar? Mesela o zehirli gaz niye herkesi top yekun ortadan kaldırmıyor?
Bunlar ikinci ve üçüncü ciltlerde açıklanacak. Ama aslında bunu yapanlar çok da uzaktan değiller veBurada önemli olan ortada hiç bir şekilde tanık kalmamasıdır. Askeri birlik aslında kimsenin varlığından haberdar olmadığı bir yer. Tanık bırakmamak onların da işine geliyor. Ayrıca uzaylılar hedeflediklerini alabilmeleri için o askerlere ihtiyaç duyuyorlar. Çünkü kurulmuş olan sistem bunu gerektiriyor. Ayrıca dediğim gibi bunu yapanlar bizlere çok uzak değiller. O yüzden herşeyin tam bir gizlilik içinde yürütülmesi gerekiyor.
Zehirli gazın herkesi etkilemediği diye bir şey yok aslında. Herkes etkileniyor ama bünyelerinin durumuna göre. Zehirli gazın en hızlı etkilediği yaş grubu orta yaşlı insanlar daha sonra da çocuklar ve gençler geliyor. Ancak onlar biraz daha şanslı. Altı gün onları öldürmüyor. Çünkü atmosferdeki zehirli gazın varlığı ile hastalığın ilerlemesi birbirine paralel gerçekleşiyor.
Uzaylı değiller mi yani.
Şu anda bir şey söyleyemem. Tamamen ikinci kitabıın konusu.
Aaa, ne kötü. Zaman makinesinin esrarını açıklayın o zaman.
Benim öteden beri çok ilgimi çeken bir konu. Zaman yolculuğu evren modeli ile ilişkilendirilen bir konu.Eğer evrenimizin modeli ‘kapalı’ türden bir evrense zamanda ileri ya da geri yolculuk matematiksel anlamda gerçekleşebiliyor.Ama bütün bunlar teori hep.Hatta en son Bilim ve Teknik Dergisi’nde geçen ay okudum bir şeyler ‘Olabilir mi?’ diye; eğer evren ‘kapalı’ ise, hiçbir şey kaybolmuyorsa zaman yolculuğu mümkün. Ama bunlar teori hep. Kitaptaki makinayı yapanlar evrenin anlamını ve yapısını çözmüşler artık. Ancak ne var ki böyle bir güce sahip olmak isteyen başkaları da var.
Siz inanıyor musunuz zaman yolculuğuna?
Bilmediğim şeylere inanmıyorum. ‘İnsanın o sınırlı beyniyle düşündüğü her şey, gerçek olacak şeylerdir’, diye düşünenler var.
O tarz şeylere inanıyorum, doğru. Belki şöyle düşünmek lazım. İmkansız hiç bir şey yoktur. Ya da ne dilersen onu elde edersin. Ancak dilediğin şeye dikkat et, beraberinde getireceği sorunları da göğüsleyebilmelisin.
İnsanoğlu zaten beyninin yüzde 5’ini filan kullanıyor. Yüzde 100’ünü kullanması durumunda neler olabilir tahmin edemiyorum. Ama zihinsel faaliyetler artacaktır; telepati, telekinezi vs.
“Bilmeden inanmam” diyorsunuz. Fantastik şeyler yazan biri için biraz tutucu musunuz?
Hayır, asla tutucu değilim. Zihinsel olarak bir çok süprize, mucizeye açığım. Ancak herşeyin bir açıklaması olduğuna inanıyorum.Bir sürü şey olabilir ama olmayabilir de. Birçok bilimkurgu kitabı, yazıldığı zaman hayal ürünüydü. Belki yazan adam bile inanmıyordu, ama çoğu gerçek oldu. Benim kitaplarımda daha çok fantastik öğeler var. Uçan daire, ışık hızı konularından ziyade, insanların boyut değiştirmesi gibi şeyler. Yani gerçeklikten gerçek üstücülüğe kadar bir çok alanda düşünür ve bunu kağıda dökebilirim.
Bu boyut değiştirme işi ‘Kasabanın Altı Günü’nde neleri etkileyecek? Yani okur ikinci kitapta nasıl şeylerle karşılayacak?
Kitapta kasabaya tesadüfen gelen adamın geçirdiği kaza önemli. O kaza sırasında roman kahramanı insanların atomik yapısını bozan çok güçlü manyetikbir kubbeden geçiyor. Ve ikiye ayrılıyor. Yani bu kaza hem oluyor hem olmuyor. İlk kitapta kahramanın kasabadaki macerasını gördük. İkinci kitap, o kazayla başlıyor. Ve kasabadan çıkıp giden ve kazayı yaşamayan diğer adamı anlatıyor. Daha sonra onların karşılaşmaları da söz konusu olacak. Ayrıca bir başka boyuta geçiş kahramanımızın olayları daha derinlemesine görmesini sağlayacak. Çünkü o boyutta belki de tüm bu olayların başlangıcına tanık olacak.
Şiddet dolu, kanlı sahneler yazıyorsunuz. Eşinizin size bakışı değişti mi örneğin?
11-12 yıldır birlikteyiz; şiddet düşkünü olmadığımı bilir. Ama başkaları çekiniyor galiba. Hatta bu konuda kendisini uyaranlar bile olmuş.
İçinizdeki şiddeti mi tatmin ediyorsunuz?
Yok, hayır. Kesinlikle böyle bir şey yok. Bugüne kadar kimseyi incitmemiş bir adamım ben. Ama şunu da inkar etmemek lazım. Şiddet hepimizinden içinde var ve yeri geldiği zaman ne kadar derinlerde olursa olsun bir anda patlayıp dışarı çıkıveriyor. Önemli olan şiddet, ihtiras, nefret gibi kötü duyguların esiri olmamak. Ne yazık ki bunlar da insanı insan yapan unsurlardan bazıları. Arınmak istesek bile onlar içimizde biryerlerde hep var olacaklar.
Resimaltı: Fantastik gerilim yazarı Levent Aslan’ı, Doğa Enerji’de görüntüledi Max. ‘Kasabanın Altı Günü’nün atmosferinden birazcık bir şeyler çağrıştırabilmek amacıyla.
Yorum Yap