BEYNİMİZİN GİZLİ GÜCÜ
BEYNİMİZİN GİZLİ GÜCÜ
İyi haber, düşünme şeklimizin DNA'mızı ve bedenimizi etkileyebileceğine dair kanıtlar var. Kötü haber, bedeninize zarar vermek istemiyorsanız düşüncelerinizi olumsuzdan olumluya kaydırmak için kendinizi zorlamanız gerekecek.
Nezle olmak kimsenin hoşuna gitmiyor. İşin doğrusu hasta olmak kimsenin hoşuna gitmez ama en azından nezle olma ihtimalini azaltmak için elimizde bir yol olduğunu düşünüyor bilim insanları. Buna da “mutlu olmak” diyorlar. 2003 yılında yayınlanan bir çalışmada Amerika Birleşik Devletleri’nde gönüllü 300’ü aşkın deneğe nezle virüsü bulaştırıldı. Sonraki beş gün boyunca belirtileri takip ettiler.
Hayata olumlu bakanların nezle belirtilerini geliştirme olasılığı mutsuz olanlara göre tam 3 kat daha azdı. Hemen küçümsemeyin, bu alanda yapılan başka çalışmalar da var. Olumlu bir zihinsel tutumun sağlık açısından uzun vadeli yararları olabilir.
Zihnimizin sağlığımız üzerindeki etkisine bazı tıp uzmanları şüpheyle yaklaşıyor olsa bile kafamızda olup bitenlerin sağlığımız üzerinde doğrudan etkisi olduğunu gösteren araştırmalar giderek artıyor ve düşüncelerimizin bazı rahatsızlıkları iyileştirmeye yardımcı bile olduğu düşünülüyor. Daha da önemlisi, araştırmacılar, bu mekanizmaların çalışma şeklini ve düşüncelerimizin fiziksel sağlığımızla bağlantısını artık daha iyi anlamaya başladı.
Pozitif Düşünce
Bu alanda önemli araştırmacılardan biri de Harvard Halk Sağlığı Okulu Sağlık ve Mutluluk Merkezi Eş Direktörü Dr. Laura Kubzansky. En son çalışmalarından birinde 70.000'den fazla Amerikalı hemşireyi ele aldı. Araştırmada, en iyimser hemşirelerin en az iyimser olanlara göre yaklaşık %15 daha uzun yaşadığını keşfetti.
Yaşam süresindeki bu farkın sebepleri arasında olumlu tutuma sahip kişilerin daha fazla egzersiz yapması ve daha az sigara içmesi olduğu düşünülüyor ancak sebepler bunlarla sınırlı değil. Kubzansky, "Daha fazla olumlu duygulara sahip insanlar stresi daha iyi yönetir. Dolayısıyla, stresle etkinleşen birçok biyokimyasal sürecin, mesela iltihaplanmaya neden olan kortizol seviyesi artışının meydana gelme olasılığı daha düşüktür. Stresin az olması "Allostatik yük'ü de azaltmaktadır. Bu terim, uzun süreli stres altındaki insanların vücutlarında yaşanan genel yıpranmayı (örneğin iç organlara daha fazla yük binmesini) ifade ediyor.
Ancak Kubzansky'ye göre bu durum muhtemelen çok daha büyük bir resmin sadece küçük bir parçası. Hücrelerimizde pozitifliğimizden etkilenen ve henüz farkında olmadığımız başka biyokimyasal süreçler de olabilir. Sorun şu ki, tıbbi araştırmalar ve günümüz tıbbi yaklaşımı kendimizi iyi hissettiğimizde ve her şey yolunda gittiğinde değil de hasta olduğumuzda vücudumuzda neler olduğunu anlamaya odaklanıyor. Kubzansky, iyi işleyen vücudun biyolojisine bakmakta pek başarılı olmadığımızı, çoğunlukla sadece normal veya kötü vücutlara baktığımızı ancak pozitif biyolojiyi de incelemenin zamanı geldiğini düşünen bir araştırmacı bilim insanı.
Kubzansky'nin önceliklerinden biri, hayata olumlu baktığımızda mikrobiyomumuzun (vücudumuzun içinde, özellikle bağırsaklarda yaşayan bakteriler ve diğer mikroorganizmalar) nasıl etkilendiğini incelemek. Kubzansky, "Depresyonu bağırsak mikrobiyomundaki değişikliklere bağlayan bazı ön araştırmalar var. Dolayısıyla aksi yönde de benzer etkiler söz konusu olabilir." diyor. Ruh halimizin içimizdeki mikroplar üzerindeki etkisi çok önemli çünkü bu mikropların sağlığı ve yapısı, fiziksel sağlığımızın çeşitli yönleriyle (örn. aşırı kilolu olmamızla) bağlantılı.
Telomerleri Kandırmak
Düşünme şeklimizin DNA'mızı etkileyebileceğine dair kanıtlar da var. On yılı aşkın bir süredir, California San Francisco Üniversitesi'nden moleküler biyolog Dr. Elizabeth Blackburn'ün laboratuvarı, ruh halimizin telomerlerimiz (kromozomların ucunda duran ve koruyucu kapak görevi gören DNA parçaları) üzerindeki etkisini araştırıyor. Bir hücre her bölündüğünde telomerler kısalıyor ve çok kısalırlarsa içinde bulundukları hücreler artık bölünemeyip ölüyor. Kısa telomerler, kalp hastalı- ğından akciğer rahatsızlıklarına kadar pek çok hastalıkla ilişkilendiriliyor. Blackburn, telomerler ve telomeraz (telomerlerin zamanla kısalmasına karşı savaşan bir enzim) üzerine yaptığı araştırmalar nedeniyle 2009 yılında Nobel Ödülü'ne layık görüldü. Blackburn'ün ekibi ilk olarak, uzun süreli sağlık sorunları olan çocukların annelerinin telomerlerinin inceledi. Anne çocuğa ne kadar uzun süredir bakıyorsa (dolayısıyla ne kadar fazla stres altındaysa) telomerlerinin o kadar kısa olduğunu buldular. Blackburn, "Sonuçlar çarpıcıydı." diyor. Ondan sonra zihnin DNA üzerindeki diğer potansiyel etkilerini araştırdılar. Ortalamaya vurulduğunda kötümser insanların telomerleri iyimserlere göre daha kısa görünüyor. Alaycı olmak da uzun vadede sağlığınız için iyi değil. 400'den fazla İngiliz devlet memuru üzerinde yapılan bir araştırmada, insanlara karşı daha yüksek düzeyde alaycı düşmanlık sergileyenlerin telomerlerinin daha kısa olduğu görüldü.
Peki, düşünme sistemimiz DNA'mızı hangi mekanizmayla etkileyebilir? Öncelikle, uzun süre stresli olduğumuzda kortizol hormonu seviyesi yükseliyor. Blackburn, "Yüksek kortizolün telomerazın yenileyici etkisini azalttığını biliyoruz." diyor. Neyse ki telomeraz seviyemizi yükseltmek mümkün. Blackburn'ün de dahil olduğu bir çalışmada, 30 gönüllü bir inzivada günde altı saat meditasyon yaparak üç ay geçirdi. Çalışmanın sonunda hücrelerindeki telomeraz seviyeleri, inzivaya çekilmeyen diğer gruba kıyasla üçte bir daha yüksek çıktı. Telomeraz artışının özellikle meditasyona bağlı olmadığı, daha çok gönüllülerin esenlik hissinin artmasından kaynaklandığı düşünülüyor. Dolayısıyla, esenlik hissini artıran her şeyin aynı etkiye sahip olması muhtemel.
Plasebo Etkisi
Hasta olduğumuzda zihnimizin vücudumuz üzerindeki etkileri söz konusu olduğunda en çok bilinen fenomen plasebo etkisidir. Plasebo etkisi, etkin madde içermeyen şeker hapı gibi bir ilaç alındığında baş ağrısını gidermekten nezle semptomlarını hafifletmeye kadar her şeyi yapabilir. Önemli olan ilacın işe yarayacağına inanmak, yani zihnin hastalığın geçeceğine olan inancı, şartlanması söz konusu oluyor. Plasebo tedavileri yüzlerce yıldır kullanılıyor ama daha yakın tarihli araştırmalar bazı ilgi çekici bilgiler sağladı. Örneğin, İtalya'da yapılan bir araştırmada ameliyattan önce hastalara verilen plasebo sakinleştiricilerden en etkili olanların kadınlarda mavi, erkeklerde turuncu renkli haplar olduğu görüldü. Plasebo etkisi ameliyatlarda da rol oynuyor. Bazı yaygın cerrahi teknikleri "plasebo ameliyat" ile karşılaştıran çalışmalar yapıldı.
Bu durumda hasta tam kapsamlı bir ameliyat geçirdiğini düşünüyor ama aslında sadece derisine bir kesi yapılıyor veya başka küçük bir işlem yapılıyor. Birçok çalışmada plasebo ameliyat gerçek ameliyat kadar etkili oldu. Genellikle bu gibi araştırmalar belirli cerrahi prosedürlerin gerçekten gerekli olup olmadığını sorgulamak için kullanılıyor. Ancak bazı bilim insanları plasebo etkisini tamamen yanlış anladığımızı söylüyor. Onlara göre bu plasebo etkisini sadece cerrahi teknikleri veya ilaçları sınamak için değil, hastaları tedavi etmek için kullanmalıyız.
Stanford Üniversitesi Zihin ve Beden Laboratuvarı baş araştırmacılarından Dr. Alia Crum, “Plasebo Etkisi yüzyıllardır biliniyor Hatta bazen ilaçların karşısında bir tehdit olarak görülüyor, çünkü bazen geliştirilmeleri için milyarlarca dolara ilaçlar sonunda plasebo etkisi kadar etki göstermeyebilir,” diyor. Crum, plasebo etkisiyle ilgili bir TED konuşmasında deneylerinde alerjik döküntüleri gidermek için etkin madde içermeyen bir plasebo krem kullanıldığını Ancak bunun işe yaraması için doktorun sıcak ve dostane davranması gerektiğine ve işinde uzman olduğunu hastaya yansıtması gerektiğine (Örneğin, Stanford Alerji Merkezi Araştırma Görevlisi yazan bir rozet takarak) dikkat çekiyor.
"Araştırmalarımız, plasebo etkisinin gerçek olduğunu ve her tıbbi görüşmede etkili olduğunu gösteriyor." diyor. Crum'a göre, plasebo etkisinden daha verimli bir şekilde yararlanmak için doktorları hastalara nasıl davranacakları konusunda eğitmemiz gerekiyor.
Plasebo çalışmalarının çoğunda gönüllülere ya gerçek ya da plasebo ilaç alacakları söylenir. Ancak Harvard Tıp Fakültesi'nden plasebo araştırmacısı Dr. Ted Kaptchuk, gönüllülerin hepsine irritabl bağırsak sendromu için bir plasebo hap vereceğini söylemeye karar verdi. Tuhaf bir şekilde bu yöntem işe yaradı. Hastalar semptomlarının %60 oranında düzeldiğini söyledi. Kaptchuk, "Dokuz çalışmanın dokuzunda da tutarlı bir şekilde işe yaradı." diyor.
Bu çalışmalar, plasebonun neden işe yaradığına dair en yaygın açıklamayı (hastaların gerçek ilacı aldıklarını düşündüğü ve ilacın işe yaramasını bekledikleri için işe yaradığı) baltalıyor. "Açık etiketli plasebo" denen bu ilaçları denemek için Kaptchuk'a gelen hastaların çoğu daha önce başka tedavileri de denemiş ama sonuç alamamış. Dolayısıyla hastaların umutları ve tereddütleri de tedavide rol oynuyor olabilir. Ayrıca Kaptchuk'a göre plasebolar, zihinsel faktörlerin ve algıların dâhil olduğu büyük bir psikososyal bileşene sahip rahatsızlıklarda (örn. kronik ağrı) daha başarılı olma eğiliminde. "Açık etiketli plasebo ile sıtmayı iyileştirmek veya kolesterolü düşürmek mümkün değil." diyor.
Plasebo Ameliyat Etiği
Bazen ameliyatın yerini hiçbir şey tutamaz ama ya plasebo da onun kadar etkiliyse?
Zihin, ameliyatın ne kadar etkili olduğu konusunda büyük rol oynuyor. British Medical Journal'da yayımlanan bir araştırmada, yaygın olarak kullanılan cerrahi teknikleri (örn. ağrılı diz eklemlerini tuzlu suyla temizleme) plasebo ameliyatlarla karşılaştıran 50'den fazla cerrahi çalışmanın sonuçları analiz edildi. Çalışmaların %74'ünde plasebo ameliyat olan hastalar iyileşme belirtileri gösterirken, %51'inde plasebo ameliyatın gerçek ameliyat kadar etkili olduğu görüldü.
Mevcut cerrahi teknikleri sınamak için plasebo ameliyatları kullanmak iyi bir yöntem, ama plasebo ameliyatların da işe yaradığını düşünürsek onları kendi başlarına bir tedavi olarak kullanamaz mıyız? "Sahte ameliyatlar şeker hapları kadar masum değil." diyor Harvard Tıp Fakültesi'nden Dr. Ted Kaptchuk. "Gerçek maliyetleri ve tehlikeleri var." Dolayısıyla plasebo ameliyatların etik olarak haklı gösterilemeyeceğini söylüyor. Ancak hastalara hapların, ilaçların veya kremlerin etkin bir madde içermediğinin önceden söylendiği "açık etiketli plasebo" ilaçlarda bir sorun görmüyor.
Beynin gücünden yararlanmaya yönelik diğer yaklaşımsa "koşullandırma". Bu yöntemde vücut, bilinen bir tedavinin (örn. ağrı kesici morfin) hiçbir etkisi olmayan bir şeyle (örn. salin solüsyonu) eşleştirilmesiyle kandırılıyor. Önce bunların ikisi birlikte enjekte ediliyor, daha sonra salin tek başına enjekte edildiğinde bile ağrı kesiciyle aynı etkiyi gösteriyor.
Plasebo etkisinin ardındaki psikolojiyi hâlâ tam çözememiş olsak da plasebo etkisinin vücudu etkilediğine şüphe yok. Plasebo ağrı kesiciler üzerinde yapılan araştırmalarda, örneğin endorfin ve dopamin gibi nörotransmiterler bloke edildiğinde plasebo etkisi de ortadan kalıyor.
Zihin Gücü
Zihnin iyileştirici gücü plasebo etkisiyle sınırlı değil. Rus fizyolog İvan Pavlov, ünlü deneyinde, köpekleri beslerken onlara metronomun tik tak sesini dinleterek köpekleri koşullandırmıştı. Artık köpekler tik tak sesini duydukları anda salyaları akmaya başlıyordu. Hastalar üzerinde de benzer bir "koşullandırma" uygulanabilir.
Araştırmalara göre, tıbbi bir tedavi, tat veya koku gibi başka bir şeyle eşleştirildiğinde, bir süre sonra o diğer şey ilaçla aynı etkiyi yaratabiliyor. Örneğin, Almanya'da yapılan bir çalışmada bu teknik sayesinde gönüllülerin vücutları, bir şekere tepki olarak doğal öldürücü hücreler (bağışıklık sisteminin bir parçası olan hücreler) üretebildi. Bu fikri temel alarak, gelecekte hastaların vücutlarının koşullandırma yoluyla ağrıyı bastırmak, enfeksiyonlarla savaşmak ve alerjileri dindirmek için eğitilebileceği düşünülüyor. Eğitimden sonra uzun süreli ilaç kullanımına gerek kalmayabilir.
Tüm bu araştırmalar gösteriyor ki gelecekte hem iyi hem de hasta olduğumuzda sağlığımızı etkilemek için zihin gücünü daha aktif kullanacağız. Ama önemli bir soru var: Zihniyetimizi ne kadar değiştirebiliriz ki? Kubzansky, "Kolayca değiştirmek mümkün değil." diyor. "Bugün daha iyimser olacağım.' deyip de hemen iyimser olamazsınız. O kadar kolay olsaydı hepimiz ütopik bir toplumda yaşıyor olurduk. Ama dikkatimizi odaklayarak zihniyeti değiştirebileceğimizi düşünüyorum." Ancak tıbbi tedavilerde zihin gücünden yararlanmak söz konusu olduğunda tıp camiasının da zihniyetini değiştirmek gerekiyor. "Öyleyse kurulu bu devasa sistemi nasıl değiştirebilirsiniz?"
Bana göre yanıt sıradan insanların kendi içlerinde yaratacağı düşünsel bir devrimden geçiyor. Aksi halde zihnin çözebileceği durumlar için plasebo etkisinin işe yaramasını bekleyecekler ya da klasik tıbbi yöntemlerle yola devam edecekler.
Levent Aslan
04 Mayıs 2024
Yorum Yap