DEPRESYONA KARŞI MUTLULUĞU ARIYORUZ

DEPRESYONA KARŞI MUTLULUĞU ARIYORUZ

İnsanoğlu neden her zaman mutlu değil, hiç düşünüyor musunuz? Neden günlük hayattan zevk almıyor ya da hayata karşı ilgi kaybı yaşıyor? Travmatik olaylar ve muhtelif sorunlardan dolay değil mi? Travmatik olaylar da dahil olmak üzere genetik faktörler, metabolik bozukluklar, hayat şartları, ikili ilişkiler, erkek için kadın, kadın için de erkek stres kaynağı olabiliyor. İşte içine düştüğümüz bu uzun süreli stres haline ya da duygu durum bozukluğuna depresyon diyoruz.

Depresyon, 2022 yılı verilerine göre dünya çapında yaklaşık 350 milyon insanı etkiliyor, bu da yaklaşık Dünya nüfusunun %4’üne denk geliyor. Bu yaygın ruhsal bozukluk, Dünya Sağlık Örgütü'ne göre gelişmiş dünyadaki en büyük sağlık sorunlarından biri. Peki, beynimizde neler oluyor da böyle bir bozukluk ortaya çıkıyor?

Şimdi gelin, biraz daha dalalım beynimizin derinliklerine.

Ana akım bilim medyası, antidepresanların işleyişini epey basitleştirerek sadece serotonin seviyelerini artırdıklarını iddia ediyor. Oysa serotonin nörotransmiter seviyelerindeki dengesizlikle depresyonun bağlantılı olduğu fikri artık eskidi. (Nörotransmiter, nöronlar arasında veya bir nöron ile başka bir hücre arasındaki iletişimi sağlayan kimyasal. Sinir sistemi boyunca sinirsel sinyaller bu kimyasallar yardımıyla iletilir.)

Fluoksetin gibi Seçici Serotonin Geri alım İnhibitörü (SSGİ) ilaçlarının beynin serotonin yolları üzerinde çalıştığı doğru olsa da olay bundan ibaret değil. Yani SSGİ beynimizin Serotonin ağları üzerinde %100 etkili değil diğer bir deyişle etkili olduğunu düşündüğümüz geleneksel antidepresanlar, depresyon hastalarının yarısından daha azına fayda sağlayabiliyor. (İnhibitör (kimya), bir kimyasal reaksiyonu geciktiren, yavaşlatan veya önleyen bir maddedir. Kısaca negatif katalizör olarak adlandırılır.

Oxford Üniversitesi'nden psikofarmakoloji profesörü Phil Cowen, "Artık kimse tek nörotransmiter hipotezlerine inanmıyor." diyor. "Depresyonu tek bir nörotransmiterdeki kusur olarak açıklayamazsınız. Nörotransmiterler elbette işin içinde olabilir ama onlar sadece karmaşık bir sistemin parçaları."

Cowen, 2015 yılında Psychopharmacology dergisinde yayımlanan bir çalışma kapsamında MR spektroskopi tekniğini kullanarak beyindeki GABA, glutamat ve glutatyon seviyelerini ölçtü. Depresyon hastalarında beynin korteksindeki glutatyon seviyesi düşük olmasına rağmen bu durum, aslında çok büyük bir resmin küçük bir parçasıydı.

(GABA Gama-Aminobütirik Asit veya GABA temel bir amino asittir. En iyi bilinen nörotransmiterlerden biridir. Bir nörotransmiterin birincil işlevi beyninizde bir haberci olarak çalışmasıdır.

Glutamat, glutamik asidin anyonudur ve sinirbilimde (nöroloji) bir nörotransmiter olarak görev alır.

Glutatyon, hücreleri serbest radikaller, peroksitler ve ağır metaller gibi reaktif oksijen türlerinin toksik etkilerinden koruyan bir antioksidandır. )

 

KAFATASININ İÇİNDE NE VAR?

Beyin görüntülemeyle ilgili teknolojilerin gelişmesiyle birlikte, depresyonda rol oynayan nörolojik mekanizmaları açıklamada büyük ilerleme kaydedildi. Bilim insanları, hastaların beyinlerindeki kan akışı, anatomi ve elektrik aktivitesi değişikliklerini analiz ederek ölçülebilir farklılıkları (örn. yeni anılar oluşturmada çok önemli bir bölge olan hipokampusun küçülmesi) keşfedebildi. Ancak nörobilimciler beynin belli bölümlerinde "yara izi etkileri" bulabilse bile depresyondan beynin hiçbir bölgesi tek başına sorumlu değil. Cowen, "Artık çoğumuz depresyonu birden fazla nörotransmiterin, nöromodülatörün anatomik bölgenin sorumlu olduğu bir nöral devre rahatsızlığı olarak görüyoruz." diyor.

Popüler modellerden biri, limbik sistem (Limbik, amigdala gibi bölgeleri içeren, "sürüngen beyni” denen sistem) aşırı aktifken, normalde limbik sistemin aktivitesini düzenleyen prefrontal korteksin yeterince aktif olmaması.

Cowen, "Beynin alt kısmında aşırı miktarda korku üretilirken üst kısmın alt kısmı yeterince kontrol edememesi sonucu, dünyaya bakınca kötü şeyleri diğer insanlardan daha fazla görme eğiliminde oluyorsunuz," diyor. Başka bir deyişle, depresyona girmenin hayal kırıklıklarını ve travmayı algılama biçimlerimizle büyük bir ilgisi var. Bu basit bir açıklama gibi gelebilir ama hatırlatalım ki insanların %65 ila 70'i bir yakının ölümü, kanser teşhisi veya başka bir ciddi travma sonrasında depresyona girmiyor.

Oxford Üniversitesi'nden psikolog Prof. Catherine Harmer, "Depresyonu olan birçok insanda 'olumsuz önyargı' dediğimiz bir durum var, yani hayattaki kötü şeylere odaklanıyorlar," diye açıklıyor. Bu önyargı nedeniyle depresyondaki insanlar mutlu yüz ifadelerini tanımada daha başarısız, yaşadıkları olumlu olayları hatırlamada daha kötü. Tüm bunlar, depresyonu daha da kötüleştiren bir geribildirim döngüsü yaratıyor.

Harmer, "Depresyonda olan insanlar, olmayan insanlara kıyasla aynı olaylardan ve stres faktörlerinden daha fazla olumsuz çıkarımda bulunuyor. Bu da depresyon semptomlarını sürdürmenin bir yolu olabilir." diyor. "Antidepresanlar, depresyon hastalarının olayları daha olumlu görmelerine yardımcı olarak döngüyü kırıyor ve bu da zamanla iyileşmeye yol açıyor."

Bunun kanıtını Harmer'ın Philosophical Transactions B dergisinde yayımlanan araştırmasında bulmak mümkün: Araştırma, depresyonda olmayan sağlıklı insanlara antidepresan verildiğinde olumlu bilgileri de hatırlama olasılıklarının daha yüksek olduğunu gösteriyor. Bu da bize, depresyon tedavilerinin gerçekte nasıl çalıştığını anlamak için ihtiyaç duyduğumuz biyolojik kanıtı sunuyor.

Depresyonun nörolojik ve nörokimyasal sinyalleri zaten yeteri kadar karmaşık ama temel nedenleri daha da karmaşık. Depresyon, birçok faktörden dolayı birçok farklı biçimde ortaya çıkabiliyor. Örneğin, bazı insanlar mutlu bir çocukluk geçirmelerine rağmen, örneğin ailede bipolar bozukluk öyküsü nedeniyle genetik olarak depresyona yatkın olabiliyorlar. Spektrumun diğer ucunda ise böyle bir biyolojik yatkınlığı olmamasına rağmen çocukluklarında travma ve istismara maruz kalan insanlar bulunuyor. Harmer, "Bu iki grup benzer semptomlar gösterebilse de bu semptomların altında yatan mekanizmalar farklı olur ve farklı tedaviler gerektirir." diyor. "Bu nüansları dikkate alarak daha kişiselleştirilmiş ilaçlar geliştirmemiz mümkün olacak."

 

KİŞİYE ÖZEL İLAÇLAR

Bu terimi daha önce duymuş olabilirsiniz. Şu sıralar tıp dünyasındaki en dikkat çekici fikirlerden biri, genetik taramalar sayesinde ileride doktorların hastalarına özel ilaçlar reçete edebilme olasılığından söz ediyoruz. Geleneksel SSGİ'lere ilk denemede yanıt veren depresyon hastalarının oranı yarıdan az. Hastaların üçte biri ise mevcut hiçbir ilaca yanıt vermiyor. Dolayısıyla sadece yeni ilaçlara değil, hangi ilacın hangi hastada işe yarayacağını anlama yöntemlerine de ihtiyacımız var. Bu sayede hastaları işe yaramayan ilaçları yıllarca kullanmaktan kurtarabiliriz.

2016'da İngiltere Kraliyet Psikiyatristler Birliği, kandaki "enflamasyon" seviyesine dayalı olarak geleneksel antidepresanlara kimlerin daha iyi yanıt vereceğini belirleyen bir kan tahlili formüle ettiklerini açıkladı. Sitokin moleküllerinin neden olduğu yüksek enflamasyona sahip kişilerin geleneksel anti-depresanlara yanıt verme olasılığı daha düşük. Depresyonlu kişilerin yaklaşık üçte birinin kan enflamasyonu seviyesi ise yüksek. Bu da bizi umut verici yeni araştırma alanlarından birine götürüyor: Stres tepkisi. Stres tepkisi birçok depresyon türünde önemli bir faktör olabilir. Bu yeni modelde halsizlik, iştahsızlık ve yorgunluk hissi, vücudun normal bir bağışıklık sistemi tepkisi sergilemesinin yan etkileri olarak görülüyor.

(Sitokin, hayvan ve bitki hücrelerince üretilen, hücrelerin birbirleriyle iletişimini sağlayan protein ve peptidlerin bir grubudur. Hücre yüzeyi sitokin reseptörleri aracılığıyla görevlerini yapar.)

Enfekte olduğumuzda veya yaralandığımızda makrofaj adlı akyuvar hücreleri sitokin üretir. Sitokinler enfeksiyonla savaşmak veya yarayı onarmak için diğer makrofajlara sinyal gönderir. Ayrıca sitokinler beyne giderek "nöro-enflamasyon"u tetikler. Bu da yorgunluk gibi olumsuz hasta davranışlarına neden olur.

Evrimsel bakış açısıyla bakınca bunu mantığını anlamak mümkün: Hastaysanız dinlenmek ve yeni enfeksiyonlara yakalanma riskine girmemek en iyisidir. Akyuvarlar, duygusal olarak stresli olduğumuz zaman da sitokin salgılar. Bu da tıpkı hastaymışız gibi yorgunluk ve moralsizlik duygularına yol açar. Modern dünyada banka hesabımızın boşalması veya müdürümüzden azar işitme gibi ölümcül olmayan tehditler de aynı stres tepkisini tetikleyebilir.

Başka bir deyişle, "savaş ya da kaç" tepkisine programlanmış biyolojimizin modern dünyadaki stres kaynaklarıyla bir araya gelmesi depresyonu yaygınlaştırmış olabilir. Özellikle çocuklukta istismar ve travma yaşayan kişilerin baz enflamasyon seviyeleri yüksek görünüyor. Yetişkinlikte yaşadıkları stresli deneyimler seviyeyi daha da artırınca depresyona neden olabiliyor.

Enflamasyon seviyesi yüksek kişiler anti-depresanlara yanıt vermeme eğiliminde. Ama neyse ki başka hastalıklar için geliştirilmiş enflamasyon tepkisini hedefleyen ilaçlar zaten mevcut. Normalde Crohn hastalığının tedavisinde kullanılan infliksimab bunlardan biridir. Antienflamatuvarlar üzerinde devam eder klinik çalışmalar umut vadediyor.

(Crohn hastalığı, kronik ve iltihabi bir bağırsak hastalığıdır. Aynı zamanda bir özbağışıklık hastalığı olarak da sınıflandırılır. Bunun sebebi hastalığın bağışıklık baskılayıcı ilaçlara verdiği olumlu tepkidir.)

Üzerinde çalışılan yeni ilaçlardan biri de ketamin adlı psikedelik anestezik. Depresyona karşı hızlı bir etki yarattığı görüldü ama ne yazık ki etkisi kısa ömürlü. Bu nedenle araştırmacılar bu etkinin altında yatan sinir mekanizmalarını tanımlamayarak aynı sistem üzerinde çalışan yeni ilaçlar tasarlamayı amaçlıyor. Bu mekanizmalar serotonin ağlarıyla değil, NMDA reseptörleriyle ilişkili. Ayrıca "sihirli mantar"larda bulunan psikedelik maddenin de (psilosibin) depresyona karşı hızlı, derin ve uzun süreli bir rahatlama sağladığı ortaya kondu.

University College London Psikiyatri Bölümü Başkanı Prof. Glyn Lewis, "Ancak antienfla- matuvar ilaçlar şu anda elimizdeki en ilginç seçenekler." diyor. Antienflamatuvarların gücü, hafif depresyondan mustarip insanlarda spor ve egzersiz yapmanın neden işe yaradığını da açıklıyor. Ancak Lewis'in araştırmaları, şiddetli depresyon hastalarında sporun fayda sağlama olasılığının düşük olduğunu buldu.

Lewis, "Depresyon hastalarına spor yapmalarını önermenin tek başına yeterli olmadığı sonucuna vardık." diyor. Bundan daha etkili şeylere ihtiyaç var. Mindfulness (farkındalık), ruh sağlığı alanında son zamanlarda gündemden düşmeyen bir konu. Glyn Lewis, "Bulgulara bakılırsa farkındalık, depresyon geçirmiş ancak şu ada iyi durumda olan insanlarda depresyonun nüksetmesini önleyebilir." diyor. "Ancak depresyonu tedavi edebileceğine dair fazla kanıt yok."

Sonuç olarak, depresyon için tek ve kesin bir tedavi bulunması ihtimal dahilinde değil. Yeni ilaçların yanı sıra sağlıklı beslenme; düzenli egzersiz; stres, alkol ve sigaradan kaçınma da tedavide rol oynayacak.

Toplumun yapabileceği en iyi şey, Cowen'a göre, yetişkinlikte depresyon ihtimalinin en güçlü göstergelerinden biri olan çocukluk travmalarını olabildiğince azaltmak. "Büyüme çağındaki çocuklara iyi deneyimler yaşatmak, yapabileceğimiz en etkili şeylerden biri." diyor Cowen.

Öte yandan antidepresanların tamamıyla işe yaramadığını, intiharlara yol açtığını savunmak, ilaç şirketlerinin yanıltıcı verilerle bizi kandırdığını iddia etmek gibi fikirlerle de mücadele edilmesi gerekiyor. Cowen, "Bu fikirlerin kimseye faydası yok. Hastalara yaşadıklarının ciddi olmadığını, gerçek olmadığını ve tıp bilimi tarafından kandırıldıklarını hissettiriyor." diyor ve ekliyor "Bence buna hastaları aşağılamak denir."

Sözün özü, yeryüzünde belki insan sayısı kadar tedavi mevcut. Ne her insan bedeni bir diğerinin aynısıdır ne de ilaçlar o bedenlerde aynı reaksiyonları verir. İnsan bünyesi söz konusu olduğunda tedavinin etkinliği hastanın çok detaylı bir şekilde tanınmasından geçiyor. Ne ilaçlar yüzde yüz etkilidir ne de insan yüzde yüz sağlıklıdır.

 

Levent Aslan

16 Eylül 2024

Kaynak : Popular Science

Levent ASLAN

Levent ASLAN

Yazar

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

LAKTİK ASİT KAS YORGUNLUĞUNUN TEK NEDENİ Mİ? BİLİMSEL

LAKTİK ASİT KAS YORGUNLUĞUNUN TEK NEDENİ Mİ?

PFIZER DOSYALARI TARİHİN EN BÜYÜK TIBBİ SAHTEKARLIĞI BİLİMSEL

PFIZER DOSYALARI TARİHİN EN BÜYÜK TIBBİ SAHTEKARLIĞI

GÜNEŞ ORTALAMA BİR YILDIZ DEĞİLDİR BİLİMSEL

GÜNEŞ ORTALAMA BİR YILDIZ DEĞİLDİR

TENİS OYNAMANIN İNCELİKLERİ BİLİMSEL

TENİS OYNAMANIN İNCELİKLERİ

Yorum Yap