DÜNYADA DOĞMAMIŞ OLABİLİRİZ

DÜNYADA DOĞMAMIŞ OLABİLİRİZ

İnsanoğlunun galakside yalnız olduğunu söylemek etraflıca düşünmeden edinilmiş bir fikirdir. Oysa sonsuzluğun içinde tek ve özel olduğumuz fikri bizim kendimizi beğenmişliğimizden ibaret olabilir. Evrende zeki hayat bulma olasılığı madde ve evreni tanıdıkça gittikçe artmaktadır.

Galakside Yalnız Değiliz Çünkü Biz Dünyada Doğmadık

Başımızı kaldırıp baktığımız zaman,  ilk önce gezegensel sistemi görürüz. Güneşler ve gezegenler vardır. Aynı oluşum bizim Güneş Sistemimizde de olduğu gibi bu evrensel bir formdur. Aynı zamanda oluşumun evrenselliğini kanıtlar yani sonsuz evrenin modeli eşdeğer temel yasalar üzerine var edilmiştir. Eğer burada yaşam varsa herhangi bir yerde de olabilir. Bunu tartışmanın dahi gereği ve anlamı yoktur temel sorun böyle bir yaşam merkezinin bize olan uzaklığıdır.

 

Dışarının farkında olmak

Bir gezegen sistemine sahip olduğu düşünülen bize en yakın yıldız 4.3 ışık yılı uzaklıkta bulunan  Centaurus’dur.  Dünyadan bir cevap almak amacıyla gönderilen radyo dalgaları sekiz buçuk yılda bir gidip gelmektedir. Bu soru cevap süreci Tau Ceti Yıldız sistemi için 22 yıldır.  Böylelikle yüzlerce binlerce ışık yılı uzaklıktaki yıldızlara sinyal yollayıp cevap bekleme süresinin insanlığın tüm yaşam süresinden uzun olduğunu görürüz. Bu süreç uygarlıkların varoluş yok oluş süreci ile ölçülebilir ve gönderilen de en nihayetinde basit bir radyo sinyalinden başka bir şey değildir. Şu anda ve hatta uzak gelecekte yıldızlararası mega uzaklıklarını aşılmasını düşünmek buruk bir hayale benzetilebilir. Ancak uzaydaki gökadaları arasında zeki bir yaşamı aramak evrensel görevimizdir. 1960'da ABD Batı Virginia Ulusal Radyo Astronomi Gözlemevi’nden  Dr Frank Drake’in başlattığı “Ozma Projesi” ilk adımdı.  Hedef olarak Güneş tipi iki yıldız olan  “Tau Ceti” ile “Epsilon Eridani” seçilmişlerdir. Her iki yıldızda da yıldızlararası hidrojen ölçümleri yapılmıştı. 150 saatlik bir gözlemden sonra Mayıs 1961'de proje sonuç elde edilemeyeceği gerekçesiyle iptal edilmişti. Bu iptalin bir diğer nedeni ise teknik ekipmanın geliştirilmesi gerekiyordu ve gerekli yatırıma izin verilmemişti. Böylece Ozma Projesi bu evrensel çalışma için bir ilk adım olarak tarihteki yerini aldı ancak sonrası gelecekti.

 

İlişkiyi fark edemedik mi?

Yıldızlararası sondaj sistemi çok güç bir iştir. Örneğin 5 derecelik bir alanda bulunan sıfır çekim alanında her çift göksel cisim (bunlarla Lagrange Düğümleri denmektedir. Jozef Lagrange’ın 1736-1813 adı verilmiştir) incelendiğinde, cisimlerin bir yörünge çizmeden durdukları belirlenmiştir. İşte bu düğüm noktaları uzay sondajları için idealdir, bize gerekli ayrımı sağlarlar; Yani çekim alanı ve yörünge etkisi oluşturan gök cisimleri ayırt edebiliriz. Macar astronom Zoltan Kopal bu düğümlerin uzay platformları oluşturmak için ideal yerler olduğunu ileri sürmüştü.  Neticede tüm araştırmalar geleceğe ve çok uzak geleceğe yöneliktir, sonuçlar orada saklıdır. Dünya dışı bir zeka ile iletişim sağlamanın henüz kesin bir yöntemi ve belli bir sonucu yoktur fakat bütün bunlar bize aittir yani insanlığın ulaştığı teknoloji düzeyini ve bilimsel anlayışı gösterirler. 

Binlerce yıldan beri dünya atmosferinde ufolar ve garip uçan cisimler görülmektedir. Belki de başka ırklar tarafından gözleniyor veya gözaltında tutuluyoruz. Bu gözlem otomatik bir program aracılığıyla elektronik göz ve kulaklar şeklinde olabilir, onların teknolojik güvenliğini aşamıyor olabiliriz, hatta belki Dünya dışı teknolojiyi bizim teknolojimiz (radarlar uçaklar uydular vs.) algılayamamaktadır. Onlar çok uzun bir zamandan beri bizleri test ediyor veya teknolojik gelişimimizi izliyor olabilirler.

 

Evrensel Model Bizim Gibidir

Modern bilime göre UFO fenomeni tüm bilinmezliklere rağmen yine de açıklanabilir. Hava balonları, tanınmayan uçaklar,  uydular veya uyduların kalıntıları olabilirler ama bütün bunlar geçmişte binlerce yıl öncesinde yoktular. Tüm itirazlar ve bilimsel açıklamalar güncel teknoloji düzeyindedir ve işte  rahatsız edici ya da kuşku verici olan budur. Oysa geçen yüzyıllarda oluşan ilişkiler gizemli ziyaretçileri göstermektedir Belki de üçüncü türden ilişkiler açığa kavuşmak yerine zaman geçtikçe daha da izole ediliyordur.  Tevrat’taki peygamber Hezekiel’in gördüğü gök cismi veya Fatima’da yaşanan göksel olay birer UFO fenomeni olabilirler. Eğer olanların en azından bir bölümünü bir an için gerçek olarak kabul edersek geçmişteki benzer olaylar daha halka açık gibidir günümüze yaklaştıkça UFO olaylarının artık daha izole olarak oluştuğu ıssız yerlerde gerçekleştiği otoriteler yerine sıradan insanlarla ilişki kurulduğu görülmektedir. Bu bir yöntem olabilir mi? Dünya dışı bir ırk bizim bildiğimiz anladığımız bir uygarlık sürecinin çok ötesine ulaşmış olmalılar. Bizim uygarlık sürecimiz onların belki de yüz binlerce yıllık uygarlık sürecinin yanında kısa bir zaman dilimidir. Onların otomasyon gözlem sistemi bizler için tanımlayamayacağımız bir misyon olarak düşünülebilir ama bizim onların ne yaptıklarını ve ne düşündüklerini anlamamız önemli değildir. Hatta algılamamız dahi güçtür. Bizden farklı ve bizden çok eski bir uygarlığın bilimsel ve sosyal uzay mantığını anlamak çok güç olabilir asıl önemli olan Dünya dışı bir ırkın var olduğu kavramıdır.

Buradan bir başka olasılığa doğru yola çıkacağız. UFO'ların açıklanamayan bölümü eğer gerçekse ve Dünya dışı bir uygarlığın ürünü bir teknoloji karşımızda ise bu uygarlığın temsilcileri hominid yani insansıdırlar. Ve eğer bu araçlarda insanımsı canlılar varsa bize benzeyebilirler. Bazı gözlemcilerin tarifleri bu doğrultudadır. Öyleyse insan türünü yaklaşık olarak bir evrensel form olarak düşünebiliriz neden olmasın?

 

Uzak Geçmişten Kalan Çöpler;

Eğer insan ırkı dünya dışı kökenliyse ve bu görüşe göre 40 bin yıl önce dünyaya gelindiyse ve sonra uygarlık çöküp “Ana Kültür” kaybolduysa geçmişle ilgili bilgimizi bir daha gözden geçirmekte yarar vardır. Her ne kadar 40 bin yıllık süre Dünyanın yaşam sürecinin yanında çok az görünse de insan uygarlıklarının bildiğimiz tarih sahnesindeki yaşam sürelerinin 3000 yılı aşmadığı da görülmektedir.

Bunun yanı sıra uygarlıkların süreci insan ömrü ile de doğru orantılı yani ilişkilidir. Yaşam süresinin uzunluğu uygarlıkları da etkilemektedir ama yıldızlararası canlıların yaşamı çok daha uzun olabilir ve bu da daha uzun uygarlıkların göstergesidir. Belki de geçmişi simgeleyen kutsal kitaplardaki insanların çok uzun yaşadıkları iddialarının altında bu vardır. Dünya dışı köken görüşünün olasılığı sanıldığı kadar düşük değildir. Üstelik bilimkurgu gibi görünmesi, aksine destekleyicidir 40 bin yıl tezinin ötesinde milyonlarca yıl evvel Dünya dışı uzay araçları çok yaşlı yıldızlardan gelip binlerce yüz yıllık kendi uygarlıklarını getirmiş olabilirler. Öyleyse izler bırakmış olmalıdırlar. Elbette ki bu düşünce şekli ispata muhtaç bir varsayımdır. Kültürel ve fiziksel gelişimimizin temelinde uzaydan gelen başka kültürlerin bulunduğunu kabul etmek ya da etmemek için bize kanıt gerekir. Peki, böylesi kanıtlar gerçekten var mıdır?

 

Küp ve Kap Paradoksu

1885'te Silezya’da bir kömür madeninde jeolojik bir kömür bloğunun içinde garip bir cisim bulundu. Kömür yatağının geçmişi 10 milyon yıl öncesine dayanıyordu yani içindeki cisim 10 milyon yıl önce ortaya oraya gelmiş olmalıydı. Bu cisim 67x47 ölçülerinde 737 gram ağırlığında geometrik bir cisim yani bir küptü. İki yüzü ovaldi.  Öteki yanında ortasına kadar ulaşan bir yarık vardı yapılan analizlerde nikel karbon karışımı bir çelik yapı belirlendi. Sülfür oranı azdı ve doğal pirit oranı yeterliydi. Bilindiği gibi çelik doğal değildir, bir fabrika üretimidir yani kimyasal bir sonuç veya üründür. Bazı uzmanlara göre cisim yapaydı çünkü doğada gerekli kimyasal oluşum zincirinin rastlantısal olarak böyle bir sonuca ulaşması hele geometrik bir cismi ortaya çıkarması mümkün değildir. Gizemli küp 1910 yılına kadar Salzburg Müzesi'ndeydi. Eğer bu küp milyonlarca yıl evvel kömür yatağına gömülmüşse ve yapaysa insanoğlu tarafından yapılmadığı anlaşılır. Acaba bu garip cisim milyonlarca yıl önce dünyayı ziyaret eden bir uzay aracının bıraktığı bir çöp olabilir mi?

Bir diğeri daha var. Çan şeklinde bir kap düşünün 10 x 15 santimetre boyutlarında tabanı 5 cm çapında kalınlığı 31 mm, çinko renginde ve metalik bileşiminde önemli oranda Gümüş bulunuyor bu tuhaf ve bilinmeyen kap yüzeyin 4,5 metre altında bir pudra kayasının içinde bulundu.  Bu kap da yukarıdaki küp gibi doğal değil yapaydı ve bir kayanın içinde ne işi vardı. Daha bunlar gibi neler keşfedilebilir? Kaya oluşumlarının içinde daha neler gizlidir?

 

 “8 Milyon gezegende yaşam vardır…”

Görüldüğü gibi galaksideki farklı kültürler arasındaki iletişim ve ilişki kurulmuş olabilir veya kurulmuştur ama farkında değilizdir. Hatta öylesine belirgindir ki bizim algımızın ötesinde kaldığı için göremiyoruzdur. Üzerine ipotek konulmuş galaktik uygarlık modellerinin ve uzay uçuşları potansiyelimizin yaratıcıları olan fizikçiler arasında Dr. von Hoerner ve Dr S.S. Huang sayılabilirler. Von Hoerner  galaktik uygarlıklar için şöyle diyor;

“Umuyoruz ki uygarlıkların arasındaki ilişki 200-300 parsek gibi kısa uzaklıklarda (1 parsek = 3.26 ışık yılıdır)  yoğundur. Ama bu da uzun zaman dilimleri gerektiriyor ve eğer çok büyük uzaklıklarda aktif bir ilişki varsa bunu fark edemeyebiliriz. Yani ömrümüz yetmez. Bir diğer handikap da gezegenimizi çevreleyen elektromanyetik radyasyon kuşaklarının yarattığı engelleyici alanlardır. Profesör Doktor Carl Sagan NASA’da görevliyken en yakın on dünya dışı uygarlığın en iyi olasılıkla bin ışık yılı uzakta olduğunu söylüyor ve olmaları gerekir.”

Dr Huang a göre ise galaksimizde %3 ile %5 arasında zeki canlıların yaşadığı gezegensel sistemler vardır ve bu da Yaklaşık 5 ile 8 milyon gezegende yaşam olduğu anlamına gelir.

 

Galaktik zeka yok olmak istemiyor

“Life Mind and Galaxies - Yaşam Düşünce ve Galaksiler” adlı kitabın yazarı olan Doktor Axel Firsoff geleneksel özelliğinde yaşamın var olduğunu yazıyor ve galakside zekalar arası ilişkinin bir yasa olduğunu ekliyordu. Aynen nükleer ve biyolojik prensipler de olduğu gibi belki de bilmediğimiz galaksinin çekirdeğinde bu tür bir oluşum vardır ve elementler parçacıklar yaşamsal enerjiyi dışa yaymaktadır. Bu bir tür ilahi yaradılış olarak düşünülebilir. Belki de insan biçimi veya insandaki biçimler ne olursa olsun zeki canlılar böyle oluşmuştur. Uzay yolculuklarının şu anki düzeyi gelecek için güvencedir ve galaksimizde bu yolculuklara çok öncelerde başlamış olanlar olmalıdır. Çünkü galakside bizim dışımızda yaşamın var olduğu bilimsel bir gerçektir bu yolculukları yapanlar uygun gezegenlerden bir başka uygun gezegene geçerek yaşamı taşıyabilirler. Kendi aralarından bazılarını bir gezegende bırakarak bir tür galaktik döllenmeyi uyguluyor veya zekasal devamlılığı sürdürüyor olabilirler. Bir diğer olasılık da güneşlerin yaşam süresinin sona ermesi nedeniyle yıldızlararası göçtür. Bir gün bizim güneşimiz de insanların yaşamını sürdürmesi için yeterli ve yararlı olmayacak kritik sıcaklığın üzerine çıkarak iç gezegenleri yok edecektir. Unutmayın ki üzerinde yaşadığımız dünya iç gezegenlerin üçüncüsüdür. O zaman yaşam, dış gezegenlere taşınmış olacaktır ve insanlık buna yaşamını sürdürebilmek için mecburdur.

 

Yeni bir güneşin arayışı içinde olacağız

 Jüpiter ve Satürn gibi gezegenlerin atmosferi büyük hacimlerine karşın düşük yoğunlukta olmaları yaşamsal değildir ama milyonlarca yıl sonra güneşin artacak olan ısısı sonucunda buharlaşarak yoğunlukları artabilir.  İnsan yaşamının genetik olarak çevreye uyum sağlaması gerçeği gözden kaçırılamaz ve uygarlık yapay olarak kendini koruyacak çevreyi de yaratabilir.  Çok uzun bir zaman sonra ise güneşimiz maksimum büyüklüğe ulaşacak ve soğuma dönemi başlayacaktır. Isısını yitirerek içine doğru çöken Güneş kızıl bir cüce olacak ve dış gezegenler tamamıyla donacaktır. Bu noktaya gelinmeden çok önce insanlık yaşamını sürdürebilmek için yeni ve genç bir güneşi bulmuş olacaktır.  İhtiyacımız olan yıldızlara G tipi yıldızlar denir ve milyonlarca yıllık dengeli yaşamları vardır. Tsiolokovsky, kolonileşmenin sadece evrim için olmadığını ana nedeninin yaşımın galakside bir yerden bir yere sıçraması olduğunu söylüyordu. Bu amaç yaşamın ve zekanın yayılması olarak düşünülebilir ama sonuçta yaşamın ve zekanın temel karakteri veya özüdür. Eğer zeki canlılar yeni dünyalara göç ediyorlarsa yanlarında bitki tohumları çeşitli hayvanlar bulunduracaklardır. Böylece tarım başlatılacaktır. böyle bir göster gidilen gezegende yaşamsal ortam hazırlanabilecektir. Ancak bu geçiş yani göç. Tıpkı şehirlinin köye göç etmesine benzetilebilir yani kentin uygar ortamı kırsal kesimde olmayacaktır. Zaman içinde baştan başlanacak ve teknolojik gelişim sağlanacaktır ama uzun bir zaman sonra da geçmiş unutulacak ve efsanelere dönüşecektir. Az ve öz bir sonuç olarak insanlığın bu dünyada var edildiği doğru olmayabilir hatta insanlık bir başka dünyada var olmuş denebilir. Dini metinler mitler çok uzak geçmişin hatta atalarımızın ötesine uzanan anılar olarak düşünülebilir. Örneğin Tufan olayı ve Nuh'un Gemisi bir başka gezegende yaşanan kıtaların suları altında kalma olayını ve bir uzay aracını simgeliyor olabilirler. Adem ile Havva, şeytan ve elma veya cennetten kovulma öykülerinde olduğu gibi.

Evrene dikkatle bir göz atarsak devamlılığın uzun dönemli gelişimler ile sağlandığını görürüz. Başka canlılar galaksi içinde oradan oraya gidiyor olabilirler. Bizler henüz yarım yüzyıldır galaksinin farkındayız ve daha ancak uydumuza gidebildik. UFO'ların bazıları Dünya dışı otomasyon gözlem araçları olabilirler Birileri bizi ve daha birçok gezegeni sistematik olarak izliyor, denetliyor olabilirler. Çok uzak geçmişte kolonileştirilen bu gezegenin evriminden sorumlu da olabilirler. Eğer öyleyse şöyle veya böyle bizler geçmişimize veya uzak atalarımıza karşı sorumluyuz. Öte yandan unutmayalım ki şu an yaşadığımız gezegen çok uzak torunlarımızın anavatanı olacaktır.

Levent ASLAN

Levent ASLAN

Yazar

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

MADDE ANTİ MADDE GİZEMLERİ BİLİMSEL

MADDE ANTİ MADDE GİZEMLERİ

MANYETİZMANIN GÖRÜNMEZ GÜCÜ BİLİMSEL

MANYETİZMANIN GÖRÜNMEZ GÜCÜ

NIKOLA TESLA’NIN DEPREM MAKİNASI BİLİMSEL

NIKOLA TESLA’NIN DEPREM MAKİNASI

LAKTİK ASİT KAS YORGUNLUĞUNUN TEK NEDENİ Mİ? BİLİMSEL

LAKTİK ASİT KAS YORGUNLUĞUNUN TEK NEDENİ Mİ?

Yorum Yap