VIKTOR S. GREBENNIKOV ve KARŞI YERÇEKİM GÜCÜ

VIKTOR S. GREBENNIKOV ve KARŞI YERÇEKİM GÜCÜ

Hiç bildiğimiz anlamda enerji kullanmadan cisimlerin, bedenlerin havalanıp uçabileceğini düşündünüz mü? Zaman zaman meditasyon yapan yogilerin ya da medyumların karşılaştığı bir takım yükselmeleri ya da yok olmaları duymuşsunuzdur. Juri N. Cherednichenko'nun katkılarıyla ünlü Rus böcek bilimci Grebennikov'un kitabından alıntılarla çalışmalarını paylaşıyorum.

Viktor Stepanovich Grebennikov (23 Nisan 1927 – 10 Nisan 2001), bilim adamı-doğa bilimci, profesyonel böcek bilimci, yetenekli ressam ve genel olarak geniş bir ilgi alanına sahip, kapsamlı, iyi eğitimli bir uzman. Rusya'da Boşluğun Yapısal Etkisinin (CSE) kâşifi olarak çok iyi bilinmektedir. Ancak canlı doğanın gizli sırları arasından ödünç alınan diğer keşfi ise herkesin bildiği bir gerçek değil. 1988'de bazı böcek türlerinin kitin örtülerinin ( Kitin: Eklem bacaklıların ve kabukluların dış dokusunu oluşturan, bazı mantar ve likenlerde de rastlanan, dayanıklı ve esnek organik madde) yerçekimine karşı etkilerini keşfetmişti. Ancak anti-yerçekimine eşlik eden en şaşırtıcı olgu, genel olarak ya kısmi görünmezlik ya da bir dengelenmiş kütle çekim bölgesinde yer alan maddi nesnenin görsel algılamada deformasyona uğramasıydı. Kâşif, bu açıklığa dayanarak ve biyonik prensipleri kullanarak yerçekimine karşı bir platform tasarladı ve inşa etti, ayrıca pratik olarak 25 km/dakikaya kadar insanlı uçuş prensiplerini geliştirdi. 1991-92'den beri hastalanıp yatağa düşene kadar cihaz yazar tarafından hızlı hareket aracı olarak kullanılıyordu.

Doğal fenomenolojinin biyogravitasyonel etkilerinin geniş spektrumu iyi bilinmektedir, ancak görünüşe göre, sadece bazı böcek türlerine uygun değildir. Örneğin, yönlendirilmiş insan psikokinetik etkisi altında maddi nesnelerin ağırlığının azalması, Maharishi'nin derin transandantal meditasyon durumlarında yogilerin havalanması, bazı nadir ruhsal iletişim seanslarında medyumların havalanması ve hatta kaybolması gibi deneysel olarak tespit edilen sayısız vaka vardır.

Ancak bu ve benzeri fırsatların sadece doğuştan yetenekli insanlara verildiğini düşünmek yanlış olur. Benim inancıma göre bu, yeterince araştırılmamış genel bir biyolojik yasadır. Bilindiği gibi, somnambulizm (uykuda yürüme) durumunda insanın ağırlığı önemli ölçüde azalır. Dolayısıyla, normalde vücut ağırlığı 80 - 90 kg'a kadar olan uyurgezer, gece yolculukları sırasında ince tahta çubukların üzerinden geçebilir; komşu yatakta yatan ve korku dışında baskı hissetmeyen adamın üzerine basabilir ve fiziksel baskı en az düzeyde hissedilebilir.

Küçük ataklar (petit mal : Çocuk, vücut şeklinde herhangi bir değişiklik olmaksızın adeta bir dalgınlık nöbeti yaşar, o esnada etrafında olan bitenlerin farkında olmaz) sırasında gerçek epilepsinin bazı klinik vakaları, hastalıktan bitkin düşmüş ince bir kız çocuğu veya 10 yaşında bir erkek çocuğu eğitimli bir atlet gibi fiziksel yetenek kazandığında, kısa süreli dönüştürülebilir kişilik dönüşümü (bazen kötü ruh tarafından ele geçirilmiş olarak adlandırılan kişilerde) ile sonuçlanmıştır. Şimdi bu psikofizyolojik fenomen, klasik varyant epileptik sendromdan önemli ölçüde farklı olduğu için çoklu kişilik olarak adlandırılmıştır. Bu tür klinik vakalar iyi bilinmekte ve literatürde geniş bir şekilde tanımlanmaktadır. Bununla birlikte, insanın veya maddi nesnelerin ağırlık değişimine eşlik eden fenomenler her zaman patolojik koşullarda yer almaz.

Sağlıklı insanlar, yaşam tehdidi veya herhangi bir hayati amaca ulaşmak için aciliyet motivasyonunun baskın olmasıyla bağlantılı akut duygusal stres koşullarında, normal koşullarda aşılamayan engelleri istemsiz olarak aşabilir; büyük ağırlıkları kaldırabilir vb. Bu durum bilim camiasınca genellikle kas kuvvetlerinin aşırı mobilizasyonu ile açıklanmaya çalışılır, ancak kesin hesaplama sonucu benzer varsayımlarla ilişkili olmayacaktır. Görünüşe göre, biyogravitasyonel mekanizmalar özellikle sporcularda (yüksek atlayıcılar, halterciler, sprinterler ve uzun mesafe koşucuları) gelişmiştir. Spor başarılarının verimliliği birçok açıdan (temelde olmasa da) psikolojik eğitim tarafından belirlenir, ancak fiziksel duruma çok fazla bağlı değildir. Çeşitli psikofizyolojik durumlardaki insan ağırlığı anomalilerinin doğru bilimsel araştırma problemi ortaya konduğunda ve ağırlığın dinamik olarak izlenmesini sağlayan ekipman oluşturulduğunda, bu olağandışı fenomen hakkında oldukça objektif bilgiler elde ettik. Biyolojik nesnelerin (erkekler de dahil olmak üzere) ağırlığının kısa süreli olarak artması gibi kütle taşıma ile bağlantılı olmayan olgular da bilinmektedir.

V.Grebennikov'un kitabı son derece sanatsal bir tarzda yazılmış ve yazarın kendisi tarafından resimlenmiştir. Kitabın içeriği, manevi zenginlik sistemi, ekolojik ideoloji ve yazarın entomolojik otobiyografisinin kendine özgü "daktilogramı "dır. Kuşkusuz, birçok okuyucu tarafından bu kitap, böceklerin dünya sırları alanında bir uzmanın 60 yıllık deneyiminin bilim kurgu unsurlarıyla süslenmiş popüler bir üründen başka bir şey olarak algılanmayacaktır. Ancak bu büyük bir hatadır. V.Grebennikov'u ve çalışmalarını kulaktan dolma bilgilerle değil (ve birbirimizden en fazla 10 km uzakta yaşıyoruz) iyi tanıyan biri olarak söyleyebilirim ki, ondan daha bilimsel gayretli ve dürüst bir araştırmacı ve yetenekli, nitelikli bir deneyci görmedim.  (Bu arada Levent Aslan olarak belirtmeliyim ki bu yazı rexresearch.com web sitesinden Yuri N. Cherednichenko tarafından yazılmış çevrilmiştir. Dolayısıyla okuduğunuz ifadeler Yuri Cherednichenko tarafından belirtilmiştir. Bunu özellikle belirtmemin nedeni böyle bir bilimsel çalışmanın tanığı olarak kabul edilebilir olmasıdır.)

Artık yazarın deneyimlerini, kullandığı sanatsal ifadelerle biz de deneyimlemey çalışalım, zihnimizde oluşturmaya ve kafamızda oluşan sorulara yanıtlar bulmaya çalışalım.

 

Uçuş (Grebennikov'un Kitabından Alıntılar)

Bozkırda sessiz bir akşam, güneşin kızıl diski çoktan uzaktaki puslu ufka değdi. Eve dönmek için çok geç. Burada böceklerimin arasında çok uzun süre kaldım ve geceyi açıkta geçirmeye hazırlanıyorum. Tanrıya şükür, sahra şişesinde hâlâ biraz suyum var. Ayrıca biraz sivrisinek kovucum da var. Bu tuzlu gölün dik kıyılarındaki sivrisineklerin ev sahipliğinde buna gerçekten ihtiyaç var.

Kamyshlovo vadisinin bozkırlarındayım. Vadi eskiden İrtiş (Irtysh) nehrinin güçlü bir kolunu taşırdı, ancak bozkırların sürülmesi ve tepelerin ormansızlaştırılması nehri, bir dizi tuzlu gölle benek benek görünen derin ve geniş bir çukura dönüştürdü.

Bu gece akşam sessiz ve sakin. Ördek sürüleri akşam gölünün üzerinde parıldıyor ve uzaktan çullukların sesini duyabiliyorum. Yüksek, inci gibi gökyüzü bozkırın huzur veren dünyası üzerinde uzanıyor. Burada, açık arazide olmak ne kadar güzel!

Bozkırın en uç noktasında, dere yatağının üzerindeki çimenli kayalıkta geceyi geçirmeye hazırım. Paltomu yere serdim, sırt çantamı yastık olarak kullandım, birkaç kuru inek gübresi topladım ve yatmadan önce yaktım. Mavimsi dumanın romantik, unutulmaz kokusu yavaş yavaş uyuklayan düzlüğe yayılıyor. Basit yatağıma uzanıyorum, yorgun bacaklarımı uzatıyorum ve açık arazide harika bir gece daha geçirmeyi bekliyorum. Mavi duman beni sessizce masallar diyarına götürecek, çünkü gecenin mahmurluğu beni hızla ele geçiriyor. Bir karınca kadar küçülüyorum, sonra kocaman oluyorum, tüm gökyüzü kadar ve uykuya dalmak üzereyim. Ama neden bedensel boyutlarımdaki bu "uyku öncesi dönüşümler" bugün biraz sıra dışı, bu kadar güçlü? Yeni bir his karıştı, sanki derenin üstündeki yüksek uçurum altımdan çekilip alınmış ve ben bilinmeyen, korkunç bir uçuruma düşüyormuşum gibi bir düşme hissi!

Birden gözlerimin önünde parıltılar görüyorum ve gözlerimi açıyorum ama parıltılar kaybolmuyor. Akşamın inci gibi gümüş rengi gökyüzünde ve etrafımdaki çimenlerin üzerinde dans etmeye devam ediyorlar. Ağzımda güçlü bir metalik tat hissediyorum, sanki dilimi küçük bir elektrik pilinin temas plakalarına bastırmışım gibi. Kulaklarım çınlamaya başladı ve kendi kalbimin çift atışlarını belirgin bir şekilde duyabiliyorum.

Böyle şeyler olurken insan nasıl uyuyabilir ki!

Doğrulup bu nahoş hisleri uzaklaştırmaya çalışıyorum ama çabalarımdan bir şey çıkmıyor. Tek sonuç, flaşların artık geniş ve bulanık değil, kıvılcım ya da belki küçük yaylar gibi keskin ve net hale gelmesi ve etrafıma bakmamı zorlaştırması. Şimdi hatırladım. Birkaç yıl önce Lesochek'te [Küçük Koru], daha doğrusu Büyülü Koru'da [yazar Omsk Bölgesi'ndeki bir entomolojik koruma alanından bahsediyor] çok benzer bir deneyim yaşamıştım. Kalkıp göl kıyısında bir yürüyüşe çıkmalıyım. Buralarda her yer böyle mi? Hayır. Sadece burada, uçurumun kenarından bir metre ötede "bir şeyin" net bir etkisini hissederken, bu etki bozkırın on metre ilerisinde açıkça kayboluyor. Bu biraz korkutucu oluyor. Issız kırsalda, "Büyülü Göl "ün kıyısında yalnızım. Hemen toparlanıp gitmeliyim ama merakım beni ele geçiriyor. Nedir bu gerçekten? Tuzlu göl suyunun kokusu ve çürüyen balçık bana bunu yapmış olabilir mi? Bozkırın altındaki uçurumun kenarından aşağı kaydım ve suyun kenarına oturdum.

Sapropel ve çürüyen yosun kalıntılarının yoğun, tatlımsı kokusu beni bir kaplıcadaki çamur gibi sardı. Beş, belki de on dakika boyunca hiçbir rahatsızlık hissetmeden orada oturuyorum. Bu kadar nemli olmasaydı burada uyumak çok daha iyi olurdu. Bozkırın düzlüğüne geri tırmanıyorum ve aynı eski hikaye tekrarlanıyor! Başım dönmeye başlıyor ve ağzımda yine o galvanik, ekşi tadı alıyorum ve sanki ağırlığım sürekli değişiyormuş gibi hissediyorum. Bir an inanılmaz derecede hafif, bir an dayanılmaz derecede ağır hissediyorum ve gözlerimde daha önce olduğu gibi aynı ışık çizgileri yanıp sönüyor. Eğer burası gerçekten de "kötü bir nokta", kötü bir anormallik olsaydı, o zaman burada hiç ot bitmezdi ve büyük arılar hemen aşağıdaki uçurumun balçıklı kenarına yuva yapmazdı. Oysa yuvaları her yerdeydi ve aslında yatağımı, derinliklerinde pek çok larva ve koza barındıran, hepsi de canlı ve gelişmekte olan çok sayıda tünel ve odacığa sahip yeraltı "arı şehirlerinin" tam üzerine yapmıştım. Gerçi o sırada hiçbir şey anlamamıştım ve güneş doğmadan çok önce baş ağrısıyla tatsız yatağımdan kalktım ve yorgun argın bir şekilde Işılkul'a gitmek üzere yola koyuldum.  

O yaz Büyülü Göl’ü (Enchanted Lake) günün çeşitli saatlerinde ve çeşitli hava koşullarında dört kez daha ziyaret ettim. Arılarım yaz sonuna doğru inanılmaz derecede meşguldü, kovanlarını yabani kır çiçeklerinin polenleriyle dolduruyorlardı ve görünüşe göre kendilerini mükemmel hissediyorlardı. Ancak yuvalarının üzerindeki uçurumun kenarından yaklaşık bir metre uzakta dururken benim durumum böyle değildi. Beş metre ötede hiçbir şey yokken, tam burada en nahoş hisler kümesi yine içime yerleşiyor ve ben aynı eski şaşkınlığı hissediyordum: Neden? Neden bu arılar burada kendilerini bu kadar iyi hissediyor, tüm uçurumun İsviçre peyniri gibi deliklerle dolmasına ve yer yer neredeyse bir sünger gibi görünmesine neden olacak kadar harika hissediyorlar?

Bu sorunun cevabı bana yıllar sonra, Kamişlovo (Kamyshlovo) Vadisi'ndeki arı şehri çoktan yok olmuşken geldi. Toprağı uçurumun en ucuna kadar işlemişlerdi. Sonuç olarak tepesi düştü ve eskiden arı yuvaları ve çimenli tepesiyle sert bir toprak set olan yer, korkunç ve çirkin, çamurlu bir heyelana dönüştü.

Ama evimde bir avuç dolusu eski kil topağı, çok odalı hücreleriyle yuvaların parçaları vardı. Yan yana duran hücreleri bana küçük yüksükleri ya da daralan boyunlu küçük testileri hatırlatıyordu. Bu arıların, uzun karınlarında 4 hafif halka bulunan dörtlü halka türünden olduğunu zaten biliyordum. Karınca ve çekirge evleri, kimyasal madde şişeleri ve diğer çeşitli ilginç şeylerle birlikte, ekipmanlarla dolu masamın üzerinde bu süngerimsi kil topaklarıyla dolu geniş bir kap vardı. Tam bir şey almak üzereydim ki elimi bu gözenekli parçaların üzerinde gezdirdim.

Bir mucize! Birdenbire bu kalıntılardan yayılan bir sıcaklık hissettim. Topaklara çıplak elimle dokunduğumda soğuk olduklarını gördüm. Ancak, hemen üstlerindeki termal hissi açıkça hissedebiliyordum. Sıcaklığın yanı sıra parmaklarımda şimdiye kadar bilinmeyen bazı sarsıntılar, bir tür "tik" de hissedebiliyordum. Yuvaların bulunduğu kavanozu masanın ucuna doğru itip üzerine eğildiğimde, kafamda aynı hissi, gölün beni boğduğu duygusunu duyumsadım. Yine hafiflediğimi ve büyüdüğümü hissediyordum, vücudumun baş dönmesiyle birlikte aşağı düşüyordum. Gözlerimde aynı hızlı ışık parıltılarını gördüm ve ağzımda yine galvanik bir tat vardı. Ayrıca biraz midem bulanmaya başladı.

Kavanozun üzerine bir karton yerleştirdim ama his değişmedi. Kavanozu metal bir tencere kapağıyla kapattım ama bu da hiçbir şeyi değiştirmedi. Sanki "bir şey" kavanozun içinden geçiyormuş gibi görünüyordu. Bu fenomeni bir an önce incelemek zorundaydım ama gerekli fiziksel aletler olmadan evde ne yapabilirdim ki? Novosibirsk'teki Tarım Akademisi'nin çeşitli enstitülerinden birçok araştırmacı bilim insanından yardım geldi. Ancak ne yazık ki termometre, ultrason dedektörü, manyetometre ve elektrometre gibi aletler yuvalara en ufak bir tepki vermedi. Kilin hassas bir kimyasal analizini yaptık ve özel bir şey bulamadık. Radyometre de sessizdi, ancak sıradan insan elleri, sadece benim değil, belirgin bir şekilde sıcaklığı ya da soğuğu, bir karıncalanmayı ya da bazen daha kalın, daha yapışkan bir ortamı hissediyordu. Bazı insanların elleri daha ağır, bazılarınınki ise sanki yukarı itilmiş gibi daha hafifti. Bazı insanların parmakları ve kol kasları uyuştu, bazıları sersemledi ve aşırı tükürük salgılamaya başladı. Benzer bir fenomeni yaprak kesen arıların yaşadığı bir grup kağıt tüpte de gözlemleyebildim.

Her tünelde yırtık yapraklardan yapılmış, içbükey kapaklarla (yine yapraklardan yapılmış) örtülü çok katmanlı "kutular" vardı. Bu kutularda ipek, oval kozalar, larvalar ve krizalitler bulunuyordu. Keşfim hakkında hiçbir şey bilmeyen masum insanlardan ellerini ya da yüzlerini yaprak kesici yuvalarının üzerine tutmalarını istedim ve bu deneyde verdikleri yanıtların ayrıntılı bir kaydını yaptım. Sonuçları, Siberian Bulletin of Agricultural Science, no.3, 1984'te yayınlanan "On the physical and biological properties of pollinator bee nests" adlı makalemde bulunabilir. Aynı makale, keşfimin formülünü ve bu harika fenomenin kısa bir fiziksel tanımını da içermektedir.

Arı yuvalarının yapılarını temel alarak plastik, kağıt, metal ve ahşaptan birkaç düzine yapay petek oluşturdum. Tüm bu olağandışı hislerin nedeninin biyolojik bir alan değil, herhangi bir katı nesne tarafından ve içinde oluşturulan boşlukların boyutu, şekli, miktarı ve düzeni olduğu ortaya çıktı. Ve daha önce olduğu gibi, aletler sessiz kalırken organizma bunu hissediyordu. Bu keşfe Boşluk Yapıları Etkisi (CSE) adını verdim ve deneylerime devam ettim. Doğa bana en gizli sırlarını birbiri ardına ifşa etmeye devam etti. CSE bölgesinin saprofit toprak bakterilerinin büyümesini engellediği, maya ve diğer benzer kültürlerin büyümesini engellediği ve buğday tanesinin çimlenmesini engellediği ortaya çıktı. Mikroskobik çevik klamidosporların davranışları da bu etkili bölgede değişir. Yaprak kesen arı larvaları fosforlanmaya başlarken, yetişkin arılar bu alanda çok daha aktiftir ve tozlaşmayı normalde yapacaklarından iki hafta önce bitirirler. Yerçekimi gibi bu CSE'nin de korunamayacağı ortaya çıkmıştır.

Canlı organizmaları duvarlar, kalın metal ve diğer perdeler aracılığıyla etkiler. Gözenekli bir nesne hareket ettirildiğinde, bir kişinin CSE konumundaki değişikliği hemen hissetmeyeceği, ancak birkaç saniye veya dakika sonra hissedeceği ortaya çıkmıştır. Eski konum, CSE alanının el tarafından algılanabilen bir "izini" ya da benim deyimimle "fantomunu" saatlerce ve bazen aylarca muhafaza ediyordu. CSE alanının mesafe ile eşit olarak azalmadığı, peteği görünmez, ancak bazen açıkça algılanabilen bir "kabuk" sistemi ile çevrelediği ortaya çıktı. CSE alanına (çok güçlü bir alan olsa bile) giren hayvanların (beyaz fareler) ve insanların kısa sürede bu alana uyum sağlayacağı ortaya çıktı. Başka türlü olamazdı. Her yerimiz irili ufaklı boşluklarla çevrili, canlı ve ölü bitkilerin ızgaraları ve hücreleriyle (kendi hücrelerimizin yanı sıra) kuşatılmış durumdayız. Köpük kauçuk, köpük plastik, köpük beton, odalar, koridorlar, salonlar, çatılar, makine parçaları arasındaki boşluklar, ağaçlar, mobilyalar ve binalardan oluşan kabarcıklarla çevriliyiz. CSE "ışınının" güneşten uzağa ve aynı zamanda aşağıya, Dünya merkezine doğru yönlendirildiğinde canlı organizmalar üzerinde daha güçlü bir etkiye sahip olduğu ortaya çıkmıştır.

Hem mekanik hem de elektronik saatlerin güçlü bir CSE alanına yerleştirildiklerinde yanlış çalıştıkları ortaya çıkmıştır. CSE'nin zaman üzerinde de bir etkisi var gibi görünmektedir. Tüm bunlar, sürekli hareket eden, dönüşen ve ebediyen var olan maddenin iradesinin bir tezahürüdür. Fransız fizikçi Louis de Broglie'nin 20'li yıllarda bu dalgaları keşfettiği için Nobel Ödülü'ne layık görüldüğü ve bu dalgaların elektronik mikroskoplarda kullanıldığı ortaya çıktı. Araştırmam iyi gitti. Deneylerimden ve çalışmalarımdan başka pek çok şey ortaya çıktı, ancak bunlar bizi katı hal fiziğine, kuantum mekaniğine, temel parçacık fiziğine ve genellikle hikayemizin ana karakterleri olan böceklerden çok uzaklara götürecekti.

Tüm bu süre boyunca böcek yuvalarının yakınlığına doğru tepki veren CSE'nin objektif kaydı için aletler tasarlamayı başardım. İşte çizimlerde bunlar var. İçinde pipetler, yanmış dallar ve örümcek ağı iplikleri üzerinde asılı kömürler bulunan, kuru havada bu tür deneyleri engelleyen statik elektriğin etkilerine karşı dibinde biraz su bulunan kapalı kaplardır. Göstergenin üst ucuna eski bir yaban arısı yuvası, bir arı peteği veya bir demet tahıl başağı tutarsanız, yavaşça birkaç düzine derece döner. Bu bir mucize değildir. Her iki çok boşluklu cismin parıldayan elektronlarının enerjisi uzayda toplam bir dalga sistemi yaratır ve bu dalga, fotoğraftaki kalın duvarlı çelik kapsül gibi engellerin içinden bile bu cisimlerin karşılıklı itilmesine neden olabilecek enerjidir. Bu kapsülün zırhının resimde görülen küçük, hafif bir yaban arısı yuvasından gelen dalgaları durduramadığını ve bu ağır, katı kapsülün içindeki göstergenin bu uzun boş yuvadan bazen 180 derece kadar uzaklaştığını hayal etmek zordur. Yine de öyle. Şüphesi olanlar Novosibirsk yakınlarındaki Agroekoloji Müzesi'ni ziyaret edebilir ve her şeyi kendi gözleriyle görebilirler.

Aynı müzede her zaman aktif olan bir bal peteği ağrı kesicisi de sergilenmektedir [ Grebennikov'un Rus Patenti # 2061509'a bağlantı --- PDF ]. İçinde birkaç boş ama sağlam bal arısı peteği (arıcıların deyimiyle "kuru" petekler) bulunan baş üstü kapaklı bir sandalyeden oluşmaktadır. Bu sandalyeye oturan herkes birkaç dakika sonra neredeyse kesinlikle bir şeyler hissedecek (lütfen bana tam olarak ne hissettiğinizi yazın, minnettar olacağım), baş ağrısı olanlar ise en azından birkaç saatliğine ağrıya veda edecek. Ağrı kesicilerim şu anda ülkenin birçok yerinde başarıyla kullanılıyor, çünkü keşfimi gizlemedim.

Elinizi aşağıdan ve avuç içinizi arı peteklerinin bulunduğu kapağa dayarsanız, eliniz CSE yayılımını açıkça hissedecektir. Kapak karton ya da kaplamadan ya da daha iyisi dikişleri sıkıca kapatılmış teneke levhadan yapılabilir. Bu ağrı kesici, böcekler dünyasından gelen bir başka armağandır. Bu icadın arkasındaki mantığım, insanların binlerce yıldır bal arılarıyla uğraşıyor olması ve hiç kimsenin, tabii ki sokmaları dışında, onlarla ilgili hoş olmayan bir şeyden şikayet etmemiş olmasıydı. Kuru bir bal peteğini başımın üzerinde tutmayı denedim ve işe yaradı! Altı çerçeveden oluşan bir set kullanmaya karar verdim. Bu benim oldukça basit keşfimin hikayesidir.

Eski bir yaban arısı yuvası, hücrelerinin boyutu ve şekli bal arılarınınkine çok yakın olsa da oldukça farklı çalışır. İkisi arasındaki önemli fark, bal arısı balmumundan farklı olarak yaban arısı petek malzemesinin daha ufalanmış ve mikro gözenekli olmasıdır. Kağıt gibidir. (Bu arada, kâğıdı icat edenler insanlar değil eşek arılarıdır. Yaban arıları eski ahşap liflerini kazır, yapışkan tükürükleriyle karıştırır ve kurumaya bırakır). Yaban arısı peteğinin duvarları arılarınkinden çok daha incedir ve hücre boyutları ve desenleri de farklıdır. Yuvanın kendisi çok katmanlı, gevşekçe sarılmış bir kağıt dış kabuk gibidir. Tavan arasında birkaç yaban arısı yuvasının son derece nahoş etkileri olduğuna dair raporlar aldım. Bunun yanı sıra, CSE alanı ortaya çıkan çoğu çok hücreli cihaz ve nesne, ilk birkaç dakika içinde insanlar üzerinde faydalı olmaktan uzak bir etkiye sahiptir. Bal arısı petekleri nadir bir istisnadır.

1960'larda Işılkul'daki dairemizde yaşayan yaban arılarını sık sık gözlemlemiştim. Genç bir yaban arısı kovanın girişini hatırlama zahmetine katlanmaz ve kovandan ilk çıkışında evimizin ve yakınlardaki benzer görünümlü bir evin pencerelerinde saatlerce dolaşırdı. Akşam olduğunda zayıf görsel hafızasından vazgeçer ve kovanın tam dışındaki tuğla duvara konar ve duvarı kırmaya çalışırdı. Peki, böcek yuvasının tam orada, çatı katının girişinden dört metre uzakta ve bir buçuk metre aşağıda, kalın, yarım metrelik duvarın arkasında olduğunu nereden biliyordu? O zamanlar varsayımlar içinde kaybolmuştum ama şimdi yaban arısının neden bu şekilde davrandığını tam olarak biliyorum. Bu inanılmaz bir buluş, sizce de öyle değil mi? Avcı eşek arılarının sadece belirli bir yere değil, yuvalarının bulunduğu toprak parçasının taşındığı tamamen farklı bir yere bile geri döndükleri deneyi hatırlayalım. Yuva oyuklarının yarattığı dalga yayıcı sayesinde onu bulabildiklerinden hiç şüphem yok.

Böcek dostlarımın bana açıkladığı bir gizem daha vardı. Meğer çiçekler de tozlayıcılarını çekmek için renkleri, kokuları ve nektarlarının yanı sıra benzer güçlü ve durdurulamaz dalga yayıcılar kullanıyorlarmış. Bunu bir çizim kömürü, yanmış bir dal ile büyük, çan şeklindeki çiçeklerin (laleler, zambaklar, nergisler, mallowlar veya balkabakları) üzerinden geçirerek keşfettim. Çiçekten oldukça uzaktayken bile bu dedektörün "frenlendiğini" hissedebiliyordum. Karanlık bir odada, bir ya da iki metre uzağında duran bir çiçeği bu dedektörle bulmayı öğrendim ama sadece yerinden oynatılmamışsa. Eğer yerinden oynatılmışsa, bir "yanlış hedef", eski yerinde bırakılmış "hayalet" alan, daha önce bahsettiğim artık "hayalet" tespit ederdim. Herhangi bir süper duyusal yeteneğe sahip değilim ve herhangi bir kişi biraz eğitimden sonra aynı şeyi yapabilir. Kömür çubuk yerine 10 cm uzunluğunda sarı sorgum sapı ya da arka ucu çiçeğe bakacak şekilde kısa bir kurşun kalem kullanılabilir. Bazı insanlar çıplak elleriyle, dilleriyle ve hatta yüzleriyle çiçeği ("sıcak", "soğuk" ya da "titreme" hissi) hissedebilir. Birçok deneyin gösterdiği gibi, çocuklar ve ergenler bu madde dalgalarına karşı özellikle hassastırlar.

Yeraltında yuva yapan arılar söz konusu olduğunda, CSE hakkındaki "bilgileri" onlar için hayati önem taşır. Her şeyden önce, yeni bir galeri inşa edenin komşu yuvalardan uzak durmasını sağlar. Aksi takdirde, kesişen deliklerle kesilen tüm arı şehri kolayca çökecektir. İkinci olarak, bitki köklerinin galerilere ve peteklere doğru büyümesine izin verilemez ve gerçekten de kökler tünellerin ve odaların peteklerinden birkaç santimetre uzakta daha fazla büyümeyi bırakır ve yuvaların yakın olduğunu hissederek kenara doğru büyümeye başlar.

 

Aynı iklim koşullarında ancak CSE alanının yokluğunda çimlenen tohumlarla karşılaştırıldığında, güçlü bir CSE alanında çimlenen buğday tohumları üzerinde yaptığım birçok deneyle ikinci sonucu doğruladım. Fotoğraflar ve çizimler, hem deney grubundaki köklerin öldüğünü hem de yapay peteğimden uzağa doğru keskin bir şekilde saptıklarını göstermektedir. Bu nedenle, arılar ve göldeki yabani otlar uzun zaman önce bir anlaşma yapmışlardı ve tüm varlıkların en yüksek ekolojik yararlılığının bir başka örneğidirler. Yine de insanların doğaya karşı acımasız, cahil ve kibirli tavrının bir başka örneğini bu yerkürenin tam da aynı noktasında görüyoruz. Arı şehri artık yok. Verimli siyah topraktan oluşan kalın akarsular her bahar eski nehir kıyısındaki uçurumlardan aşağı akıyor.

Pis çöp yığınları arasından, bir zamanlar canlı bir nehrin geride bıraktığı cansız, tuzlu su birikintilerine doğru koşuyorlar; bu nehir, çok da uzun olmayan bir süre önce, sayısız çulluk ve ördek sürüsü, beyaz kuğular ve havada süzülen balık şahinleriyle en azından bir dizi göldü. Beni ilk kez bilinmezler diyarına götüren, yüz binlerce arının uğultusunun duyulduğu, arı delikleriyle seyrelmiş uçurum yok oldu. Tüm bu peteklerimle okuyucuyu yormuş olmalıyım. Onlarla yaptığım tüm deneyleri anlatmak için ayrı bir kalın kitap gerekir. Sadece bir şeyden daha bahsedeceğim. Pilli cep hesap makinem CSE alanında sık sık arızalanıyordu. Ya hata veriyor ya da bazen ekran penceresi saatlerce yanmıyordu. İki avucumun alanıyla birlikte bir yaban arısı yuvasının alanını kullandım. Bu yapıların hiçbirinin tek başına bir etkisi olmadı.

Ayrıca, tüm boru şeklindeki falanksları, eklemleri, bağları, kan damarları ve tırnaklarıyla insan ellerinin, küçük aletlerimin pipet veya kömür çubuk göstergesine birkaç metre mesafeden güçlü bir itme verebilecek yoğun CSE yayıcıları olduğunu da not edeceğim. Pratikte bunu herkes yapabilir. İşte bu nedenle, duyular üstü yeteneklere sahip insan olmadığına, daha doğrusu tüm insanların bu yeteneklere sahip olduğuna ve hafif nesneleri uzaktan bir masa üzerinde hareket ettirebilen ya da havada asılı veya "manyetik" olarak ele bağlı tutabilenlerin sayısının genellikle düşünülenden çok daha fazla olduğuna ikna oldum. Kendiniz deneyin! Mektuplarınızı dört gözle bekliyorum. Eski zamanlarda insanlar aşağıdaki oyunu oynarlardı: Bir adam bir sandalyeye oturur ve dört arkadaşı başının üzerinde parmakları hafifçe açılmış yatay olarak gerilmiş avuçlardan oluşan bir ızgara "inşa eder". Önce sağ ellerinden, sonra sol ellerinden, yaklaşık 2 cm aralıklarla. El ızgarasını yaklaşık 10-15 saniye tutarlar.

Sonra dördü de aynı anda işaret ve orta parmaklarını oturan adamın koltuk altlarına ve dizlerinin altına yerleştirir ve onu enerjik bir şekilde havaya fırlatır. El ızgarasının "çökmesi" ile adamın fırlatılması arasında geçen süre iki saniyeyi geçmemelidir ve eylemin eşzamanlılığı çok önemlidir. Her şey doğru yapılırsa, 100 kiloluk bir adam neredeyse tavana kadar uçarken, onu fırlatanlar tüy kadar hafif olduğunu iddia ederler. Şüpheci bir okuyucu bana "Bu nasıl mümkün olabilir?" diye sorabilir. Tüm bunlar doğa kanunlarıyla çelişmiyor mu? Ve eğer öyleyse, mistisizmi yaymış olmuyor muyum? Öyle bir şey yok! Mistisizm diye bir şey yok.

Biz insanlar hala Evren hakkında çok az şey biliyoruz ve gördüğümüz kadarıyla bu Evren bizim insani kurallarımızı, varsayımlarımızı, emirlerimizi ve yasalarımızı her zaman kabul etmiyor. Bir keresinde, böcek yuvalarıyla ilgili deneylerimin sonuçlarının, UFO'ların yakınında bulunan insanların raporlarıyla çok fazla benzerlik taşıdığını fark ettim. Bir düşünün ve her iki durumda da aynı fenomenin gözlemlerini karşılaştırın. Elektronik cihazların geçici olarak arızalanması, saatlerin bozulması, görünmez, dirençli bir hareket engeli, nesnelerin ağırlığında geçici bir düşüş, insan ağırlığında azalma hissi, hareket eden fosfenler, gözlerde renkli parlamalar, ağızda galvanik tat. Eminim tüm bunları UFO dergilerinde okumuşsunuzdur. Şimdi size bunların hepsinin müzemizde deneyimlenebileceğini söylüyorum. Gelin ve bizi ziyaret edin! Başka bir gizemin eşiğinde mi duruyordum? Aynen öyle. Ve bana yine bir şans, daha doğrusu eski böcek dostlarım yardım etti. Uykusuz geceler, başarısızlıklar, şüpheler, çöküşler, hatta kazalar ve tavsiye alabileceğim kimse yoktu. Herkes sadece gülerdi ya da çok daha kötüsü...

Ama şunu söyleyebilirim, okuyucum: "Gözlerini, başını ve ellerini az ya da çok yeterli şekilde kullanabilen kişi mutludur." Becerikli eller özellikle önemlidir ve inanın bana, başarısızlıkla sonuçlanan çalışmalarda bile yaratıcı çalışmanın verdiği keyif, herhangi bir diploma, madalya veya patent kazanmaktan çok daha yüksek ve parlaktır.

 

Bir Yerçekimi Karşıtı Platformu Uçurmak

Bu kitap için açıkça sadeleştirilmiş ve uyarlanmış olan günlüğümden alıntılara dayanarak kendiniz karar verin. Resimler ve çizimler hikayemi değerlendirmenize yardımcı olacaktır. Sıcak bir yaz günü ve uzaklar mavimsi leylak rengi bir sise boğulmuş. Gökyüzünün devasa mavi kubbesi, bulut kümeleriyle birlikte tarlaların ve koruların üzerinde uzanıyor. Yerden yaklaşık 300 metre yükseklikte uçuyorum ve uzaktaki pusun içinde bir gölün hafifçe uzayan tepsisi bana referans noktası olarak hizmet ediyor. Ağaçların mavi, girift hatları yavaşça arkaya doğru çekiliyor ve tarlalar bunların arasında yayılıyor. Şu mavimsi yeşil olan yulaf tarlası, güneşin yansımasının tuhaf, ritmik bir şekilde parıldadığı beyazımsı dikdörtgen ise karabuğday tarlası. Tam önümde, yağlı boya resimlerimden aşina olduğum kobalt orta yeşiliyle bir yonca tarlası açılırken, sağdaki yeşil buğday okyanusları benim daha derin, krom oksit gölgemi ödünç aldı.

Bu muazzam, çok renkli palet gittikçe arkamda süzülüyor. Patika yollar tarlalar ve baltalıklar arasında kıvrılıyor. Bu patikalar çakıllı yollara bağlanıyor ve bu yollar da daha da uzayarak otoyola bağlanıyor ve hala pus içinde gizleniyor. Ama biliyorum ki gölün sağ tarafından uçarsam onu göreceğim; başı sonu olmayan, pürüzsüz, gri şerit, sırtında yavaşça kaderlerine doğru sürünen kibrit kutularını taşıyor. Kümülüs bulutlarının izometrik, düz gölgeleri güneşli kırların üzerinde geziniyor. Üçgenleri kapladıkları yerde koyu mavi, tarlalara vurdukları yerde ise açık mavinin çeşitli tonlarında. Şimdi böyle bir bulutun gölgesine girdim ve hızlanıyorum. Bunu yapmak ve tekrar güneş ışığına çıkmak benim için oldukça kolay. Hafifçe öne doğru eğiliyorum ve aşağıdan, güneşin ıslattığı toprak ve bitki örtüsünden gelen ılık, gergin rüzgârı hissediyorum. Yerdeyken olduğu gibi yandan değil, garip bir şekilde yüzeyden yukarı doğru esiyor. Çiçek açan karabuğdayın güçlü kokusunu taşıyan kalın, yoğun akımını fiziksel olarak hissediyorum. Tabii ki bu jet büyük bir kuşu, bir kartalı, bir leyleği ya da bir turnayı bile donmuş, açılmış kanatları üzerinde kolayca kaldırabilir.

Ama benim kanatlarım yok. Bir sandalyenin oturağından biraz daha büyük, küçük, düz, dikdörtgen bir platform tarafından desteklenerek havada asılı duruyorum. Üzerinde tutunduğum ve yardımıyla bu aleti yönlendirdiğim iki kulplu bir direk var. Bu bir bilim kurgu mu? Ben öyle demezdim. Bu kitabın yarıda kalan taslağı tam iki yıl boyunca terk edilmiş halde yatmıştı çünkü cömert, kadim doğamız bana başka bir şey verdi ve yine böcek dostlarım aracılığıyla. Her zamanki gibi, bunu zarif ve göze çarpmayan bir şekilde, ancak hızlı ve ikna edici bir şekilde yaptı. Keşfetmenin heyecanı iki yıl boyunca peşimi bırakmadı, her ne kadar bana son sürat ustalaşıyormuşum gibi gelse de. Ama bu hep böyle olur. İşiniz yeni ve ilginç olduğunda, zaman normal hızının iki katına çıkar. Gölün gözü artık çok daha yakın. Artık ilerideki otoyolu net bir şekilde görebiliyorum ve kibrit kutularının üzerinde tekerlekler büyüdü. Otoyol, ona paralel uzanan demiryolundan yaklaşık 8 km uzakta ve daha yakından bakarsam, demiryolunun açık gri hendeğindeki elektrik hattı direklerini görebiliyorum. Yaklaşık 20 derece sola dönme vakti geldi. Yerden görülemiyorum ve bunun nedeni sadece mesafe değil. Çok alçak uçuşta bile neredeyse hiç gölge yapmıyorum.

Yine de sonradan öğrendiğim üzere, insanlar bazen benim gökyüzünde olduğum yerde bir şeyler görüyorlar. Onlara ya hafif bir küre, bir disk ya da keskin kenarları olan, onlara göre garip bir şekilde hareket eden, tam olarak gerçek bir bulut gibi olmayan eğimli bir bulut gibi görünüyorum. Bir kişi "yaklaşık bir hektar büyüklüğünde, düz, şeffaf olmayan bir kare" gözlemlemiş. Bu, cihazımın optik olarak büyütülmüş küçük platformu olabilir mi? Yine de çoğu insan hiçbir şey görmüyor ve ben de şimdilik bundan oldukça memnunum. Çok dikkatli olamam! Ayrıca, görünürlüğümün ya da görünmezliğimin neye bağlı olduğunu hala belirleyebilmiş değilim. Uçarken bilinçli olarak insanlardan kaçındığımı ve tam da bu amaçla tüm şehir ve kasabaları atladığımı ve orada kimsenin olmadığından emin olduktan sonra kavşakları ve yaya yollarını bile yüksek hızda geçmeye çalıştığımı itiraf etmeliyim.

Okuyucu için şüphesiz bir kurgu olan ama benim için zaten neredeyse sıradan olan bu gezilerde sadece bu sayfalarda tasvir edilen böcek dostlarıma güveniyorum. Keşfimin ilk pratik kullanımı entomolojik araştırmalar oldu. Gizli yerlerime ulaşmanın ve onları incelemenin, yukarıdan fotoğraflarını çekmenin ve korunmaya ve kurtarılmaya muhtaç, henüz incelenmemiş yeni böcek diyarları bulmanın bir yolu. Ne yazık ki doğa, çalışmalarıma kendi katı sınırlamalarını getirdi. Tıpkı bir yolcu uçağında olduğu gibi, görebiliyordum ama fotoğraf çekemiyordum [uçaklarda fotoğraf çekmek kanunen yasaktı]. Fotoğraf makinemin deklanşörü kapanmadı ve biri makinede diğeri cebimde olmak üzere yanımdaki iki film rulosu da ışık çarpmasına uğradı. Manzara çizmekte de başarılı olamadım, çünkü iki elim de neredeyse her zaman meşguldü. Sadece bir elimi birkaç saniyeliğine serbest bırakabiliyordum. Böylece sadece hafızamdan çizim yapabildim. Bunu da ancak inişten hemen sonra yapabildim. Bir sanatçı olmama rağmen görsel hafızam o kadar da iyi değil. Uçuşumda, uykumuzda uçarken hissettiğimiz gibi hissetmedim. Bu kitaba bir süre önce uykumda uçarken başladım.

Gerçek uçuş zevkten ziyade bir iştir, bazen de çok zor ve tehlikelidir. İnsanın iki eli de sürekli meşgulken havada durması değil, ayakta durması gerekir. Birkaç santimetre ötede "bu" alanı dışarıdaki "şundan" ayıran bir sınır çizgisi vardır. Sınır görünmez ama oldukça tehlikeli. Benim düzeneğim hala oldukça beceriksiz ve belki de bir hastane tartısını andırıyor. Ama bu daha başlangıç! Bu arada, fotoğraf makinesinin yanı sıra, bazen saatimle ve muhtemelen takvimle de sorun yaşadım. Tanıdık bir kayalığa inerken, zaman zaman yaklaşık iki haftalık bir sapma ile hafifçe "mevsim dışı" buluyordum, ancak kontrol edecek hiçbir şeyim yoktu. Dolayısıyla, sadece uzayda değil, aynı zamanda, ya da öyle görünüyor ki, zamanda da uçmak mümkün olabilir. İkinci iddiayı %100 garanti ile yapamam, ancak belki de uçuş sırasında, özellikle de başlangıçta, bir saat düzensiz çalışır, şimdi çok yavaş ve sonra çok hızlı. Ancak, gezilerin sonunda saat doğru zaman ve hızdadır.

Yine de yolculuklarım sırasında insanlardan uzak durmamın nedenlerinden biri de bu. Yerçekimi manipülasyonunun yanı sıra zaman manipülasyonu da işin içine girerse, belki de kazara sebep-sonuç ilişkilerini bozabilirim ve birileri zarar görebilir. İşte benim korkularım da buradan kaynaklanıyordu. "Orada" yakalanan böcekler test tüplerimden, kutularımdan ve diğer kaplardan kayboluyor. Çoğunlukla iz bırakmadan kayboluyorlar. Bir keresinde bir test tüpü cebimde küçük parçalara ayrılmıştı, başka bir seferinde tüp camında resimde [yukarıda] görebileceğiniz gibi kahverengi, sanki kitin renkli kenarları olan oval bir delik vardı. Birçok kez cebimin içinde bir tür yanma ya da elektrik çarpması hissettim, belki de tutsağımın kaybolduğu anda. Yakaladığım böceği test tüpümde sadece bir kez buldum, ancak bu, tüylerinde beyaz halkalar olan yetişkin ichneumon değil, krizalit, yani ilk evresiydi. Canlıydı ve dokunulduğunda karnını hareket ettiriyordu ama ne yazık ki bir hafta sonra öldü.

Açık yaz günlerinde uçmak en iyisidir Uçmak yağmur yağdığında çok daha zordur ve kışın neredeyse imkansızdır.  Soğuk yüzünden değil, çünkü cihazımı buna göre uyarlayabilirdim, ancak bir böcekbilimci olarak kış gezileri benim için işe yaramaz.

 

Bu keşfi nasıl ve neden yaptım? 1988'in yazında mikroskobumun altında böceklerin kitin kabuklarını, iğneli antenlerini, kelebek kanatlarının balık ölçeğindeki mikro yapısını, yanardöner renklerini ve doğanın diğer icatlarını inceliyordum. Büyük bir böcek detayının inanılmaz ritmik mikro yapısı ilgimi çekmeye başladı. Son derece iyi düzenlenmiş bir kompozisyondu, sanki özel planlara ve hesaplamalara göre fabrika ekipmanları tarafından damgalanmış gibiydi. Gördüğüm kadarıyla, karmaşık süngerimsi yapı, parçanın sağlamlığı ya da dekorasyonu için açıkça gereksizdi. Bu alışılmadık mikro süslemenin benzerini ne doğada, ne teknolojide ne de sanatta gözlemledim. Yapısı üç boyutlu olduğu için şimdiye kadar bir çizimde ya da fotoğrafta yakalayamadım. Bir böceğin buna neden ihtiyacı olsun ki? Ayrıca, uçuş dışında, kanat kılıfının altındaki bu yapı her zaman gözlerden gizlenir. Kimse onu doğru dürüst göremez. Belki de "benim" çoklu boşluk yapısı etkimi kullanan bir dalga yayıcı mıydı? O gerçekten şanslı yaz, bu türden çok fazla böcek vardı ve onları geceleri yakalıyordum. Bu böcekleri ne daha önce ne de daha sonra gözlemleyebildim.

Küçük, içbükey kitin plakasını mikroskop tablasına yerleştirdim ve yıldız şeklindeki garip hücrelerini güçlü bir büyütme altında tekrar inceledim. Doğanın bu şaheser mücevherine bir kez daha hayran kaldım. Alt tarafında aynı sıradışı hücre yapısına sahip ikinci bir özdeş plakayı neredeyse amaçsızca ilkinin üzerine yerleştirmek üzereydim. Ama sonra!

Küçük plaka cımbızımdan kurtuldu, mikroskop tablasındaki diğer plakanın üzerinde birkaç saniye asılı kaldı, sonra saat yönünde birkaç derece döndü ve sağa kaydı, sonra saat yönünün tersine döndü ve sallandı ve ancak o zaman aniden masanın üzerine düştü.

O anda ne hissettiğimi tahmin edebilirsiniz. Kendime geldiğimde, birkaç paneli bir telle birbirine bağladım ve bunu yapmak kolay bir şey değildi. Sadece onları dikey olarak yerleştirdiğimde başarılı oldum. Elde ettiğim şey çok katmanlı bir kitin bloğuydu ve onu masanın üzerine yerleştirdim. Raptiye gibi nispeten büyük bir nesne bile üzerine düşmüyordu. Bir şey onu yukarı ve kenara itti. Raptiyeyi "bloğun" üstüne tutturduğumda inanılmaz, imkansız şeylere tanık oldum. Raptiye birkaç dakikalığına gözden kayboluyordu. İşte o zaman bunun bir "işaret" olmadığını, tamamen farklı bir şey olduğunu anladım.

Ve tekrar o kadar heyecanlandım ki etrafımdaki tüm nesneler sisli ve titrek hale geldi. Birkaç saat içinde büyük bir çabayla kendimi toparlamayı başardım ve çalışmaya devam ettim.

İşte her şey böyle başladı. Elbette hâlâ anlaşılması, doğrulanması ve test edilmesi gereken çok şey var. Okuyucularıma makinemin ince detaylarını, itiş prensiplerini, mesafeleri, yükseklikleri, hızları, ekipmanları ve geri kalan her şeyi bir sonraki kitabımda anlatacağım.

İlk, oldukça başarısız ve son derece tehlikeli uçuşumu 17 Mart 1990 gecesi gerçekleştirdim. Sıcak mevsime kadar bekleyecek sabrım yoktu ve ıssız bir bölgeye gitmeyi ihmal ettim. Gecenin bu tür bir çalışma için en tehlikeli zaman olduğunu zaten biliyordum ve en başından beri şanssızdım. Kaldırma platformunun sağ tarafındaki panel blokları tekrar tekrar sıkıştı. Sorunu düzgün bir şekilde ve hemen çözmem gerekirken, sabırsızlığım yüzünden bunu ihmal ettim. Gece yarısını 1 geçe herkesin uyuyor olacağını ve kimsenin beni görmeyeceğini düşünerek Tarım Akademisi kampüsünün tam ortasından havalandım. Kalkış iyi gitti ama birkaç saniye içinde kampüs binalarının ışıklı pencereleri altımda kalırken başım dönmeye başladı. O anda yere inmem gerekirken, havada kalmak gibi bir hata yaptım. Güçlü bir kuvvet hareketlerim ve ağırlığım üzerindeki kontrolümü elimden aldı ve beni şehre doğru sürükledi.

Bu beklenmedik ve kontrol edilemez güç tarafından çekilen şehrin yerleşim bölgesindeki dokuz katlı binaların ikinci çemberini geçtim (içlerinde bizimki de dahil olmak üzere beş katlı binaların bulunduğu iki büyük çember şeklinde düzenlenmişlerdi) ve sonra karla kaplı, dar bir alanı ve Akademi Şehri otoyolunu geçtim. Novosibirsk'in karanlık uçsuz bucaksızlığı bana doğru yaklaşıyordu ve hızla yaklaşıyordu. Birçoğu soğuk gece göğüne yoğun duman püskürten bir grup uzun fabrika duman bacasının yakınındaydım bile. Mezarlık vardiyası başlamıştı. Bir şeyler yapmalıydım ve bunu çabucak yapmalıydım. Ancak büyük bir çabayla durumun üstesinden gelebildim. Sonunda panel bloklarında acil bir ayarlama yapmayı başardım ve yatay hareketim yavaşladı, ancak artık oldukça hasta olmuştum. Yatay hareketi ancak dördüncü denememde durdurmayı başarabildim ve bu noktada platformum şehrin sanayi bölgesi Zatulinka'nın üzerinde asılı kaldı.

Uğursuz duman bacaları tam altımda sessizce tütüyordu. Kısa bir süre dinlendim, eğer ışıklı bir fabrika çitinin üzerinde birkaç dakika asılı kalmaya dinlenme denebilirse ve "şeytani gücün" geçtiğinden emin olduktan sonra geri süzüldüm. Ancak Tarım Akademisi kampüsümüze doğru değil, kampüsün sağına, havaalanına doğru uçtum. Bunu, birilerinin beni görme ihtimaline karşı izimi kaybettirmek için yaptım. Aniden eve döndüm, ancak havaalanına giden yolun yarısında karanlık, ıssız gece tarlalarının üzerindeyken, etrafta kimsenin olmadığından emindim. Ertesi gün doğal olarak yataktan çıkamadım. Televizyondaki ve gazetelerdeki haberler endişe verici olmanın ötesindeydi. "Zatulinka üzerinde UFO" ve "Yine mi uzaylılar?" gibi başlıklar uçuşumun tespit edildiği anlamına geliyordu. Ama nasıl! Bazıları "fenomeni" parlayan küreler veya diskler olarak algıladı, çoğu aslında bir değil iki küre gördü! Diğerleri ise pencereleri ve ışık huzmeleri olan "gerçek bir daire" gördüklerini iddia ettiler. Bazı Zatulino sakinlerinin benim neredeyse acil durum evrimlerimden ziyade, benimle hiçbir ilgisi olmayan başka bir şey görmüş olma ihtimalini göz ardı etmiyorum. Bunun yanı sıra, 1990 yılının Mart ayı Sibirya'da, Nalchik yakınlarında UFO gözlemleri açısından özellikle zengindi.

Pravda'ya göre, Marcel Alferlane adlı bir mühendisin 31 Mart'ta devasa üçgen bir aracın uçuşunun iki dakikalık filmini çektiği Belçika'da da yoğun bir UFO trafiği vardı. Belçikalı bilim adamlarına göre bu "şu anda hiçbir uygarlığın yaratamayacağı kapasitede maddi bir nesneydi." Gerçekten öyle mi? Bana gelince, bu makinelerin yerçekimsel filtre platformlarının (ya da benim deyimimle panel bloklarının) aslında küçük, üçgen ve burada Dünya'da yapıldığını, ancak benim yarı ahşap mekanizmamdan daha sofistike olduğunu öne sürebilirim. Ben de platformumu üçgen yapmak istedim, çünkü bu şekilde çok daha güvenli ve verimli olacaktı, ancak dikdörtgen bir tasarım seçtim çünkü katlanması daha kolay ve katlandıktan sonra bir bavula veya bir ressam çantasına benzeyebilir ve bu nedenle gizlenebilir ve herhangi bir şüphe uyandırmayabilir. Ben de doğal olarak bir ressam çantası seçtim.

Nalçik ya da Belçika'daki gözlemlerle hiçbir ilgim yok. Ayrıca, görüldüğü üzere, keşiflerimi kullanma konusunda çok pratik değilim. Sadece entomolojik rezervlerime uçuyorum. Bunlar benim için herhangi bir teknolojik bulgudan çok daha önemli. Şu anda Omsk bölgesinde sekiz, Voronezh bölgesinde bir ve Novosibirsk yakınlarında bir olmak üzere on bir tane bu tür koruma alanım var. Eskiden Novosibirsk bölgesinde altı tane vardı, hepsi de ben ve ailem tarafından yaratıldı, daha doğrusu şimdilik kurtarıldı, ama burada onları sevmiyorlar. Ne Tarım Akademisi (hala her şeyden çok "kimya" ile kafayı bozmuş durumda) ne de Çevre Koruma Komitesi bu küçük adaları kötü ve cahil insanlardan korumam için bana yardım etmeye yanaşmadı.

    Bu nedenle, muhteşem, kabarık öğle bulutlarının altında, bulutların mavi gölgeleri, karmaşık şekilli baltalıklar ve altımda süzülen rengarenk tarla parçaları ile batıya doğru yolculuğuma devam ediyorum.

Uçuş hızım oldukça yüksek ama kulaklarımda rüzgar yok. Platformun güç alanı, uzaydan yukarı doğru yönelen, görünmez bir sütun "oymuş" ve bu da platformu dünyanın yerçekiminden koparıyor. Yine de beni ve sütunun içindeki havayı sağlam bırakıyor. Sanırım uçuş sırasında uzayı parçalara ayırıyor ve sonra arkamdan kapatıyor. Görünmezliğimin ya da Novosibirsk'in Zatulinka banliyösü üzerindeki uçuşumda olduğu gibi cihazın ve "sürücüsünün" çarpık görünürlüğünün nedeni bu olmalı.

Yerçekimine karşı koruma tamamen olmasa da düzenlenmiş durumda. Başımı ileri doğru hareket ettirdiğimde, ya tatlı yonca, ya karabuğday ya da Sibirya çayırlarının renkli yabani otları kokan rüzgarın türbülansını hissedebiliyorum.

Sağımda devasa tahıl asansörü ile Işılkul'dan ayrılıyor ve sürücüler, yolcular ve tarlalarda çalışan insanlar için görünmez olduğumdan emin olarak otoyol üzerinde yavaş yavaş alçalmaya başlıyorum. Platformum ve ben hiç gölge oluşturmuyoruz (ara sıra gölge oluşsa da). Bir ormanın ağaçlarının dibinde üç çocuk görüyorum ve hızımı düşürerek yanlarından uçuyorum. Bana tepki vermiyorlar, bu da her şeyin yolunda olduğu anlamına geliyor. Ne ben ne de gölgem görünmüyor ve onlar da beni duymuyor. Cihazımın itiş prensibi platformumu tamamen sessiz hale getiriyor, çünkü neredeyse hiç hava sürtünmesi yok. Yolculuğum uzun sürdü, Novosibirsk'ten bu yana en az kırk dakika geçti. Ellerim yorgun çünkü onları kontrollerden ayıramıyorum, bacaklarım ve vücudum da öyle. Dikey direğe bir kemerle bağlı olarak dik durmak zorundayım. Daha hızlı gidebilecek olsam da, el yapımı makinemin ne kadar küçük ve kırılgan olduğunu düşününce bunu yapmaktan korkuyorum.

Tekrar ayağa kalkıp ilerliyorum ve kısa süre sonra tanıdık bir dönüm noktası görüyorum, otoyolun sağ tarafında bir yolcu terminali bulunan bir yol kavşağı. Beş kilometre daha gittikten sonra nihayet koruma alanının çitlerinin turuncu direklerini görüyorum. Düşünüyorum da, koruma alanı yirmi yaşında. Bu çocuğumu kaç kez beladan ve bürokratlardan, kimyasal yüklü uçaklardan, yangınlardan ve daha birçok kötülükten kurtardım. Ve "Böcekler Ülkesi" hala hayatta ve iyi durumda!

Alçalırken ve fren yaparken havuç otu çalılıklarını görebiliyor ve masmavi topları andıran çiçeklerinin hafif başlarını seçebiliyorum. Bunu, platformun tahtasının altındaki filtre perdelerini çapraz kaydırarak başarıyorum. Havuç otu elbette böceklerle kaplı ve inanılmaz bir sevinç yorgunluğumu bastırıyor, çünkü yedi hektardan [18 dönüm] daha küçük olan bu dünya parçasını kurtaran bendim. Yirmi yıldır burada kimse araba kullanmadı, kimse ot biçmedi ya da hayvan bakmadı ve toprak yer yer on dört santimetreye kadar yükseldi. Sadece yerel olarak nesli tükenmiş birkaç böcek türü buraya geri dönmekle kalmadı, aynı zamanda nadir bulunan tüy otu gibi yabani otlar ve sabahları büyük çiçekleri çikolata kokan mor Scorzonera da geri döndü. Guguk kuşu çiçeğinin yoğun kokusunu alabiliyorum ve sadece bu Orta Glade böyle kokuyor.

Koruma alanının çitlerinin hemen arkasında yer alıyor ve beni bir kez daha "Böcekler Dünyası" ile başka bir karşılaşmanın neşeli beklentisiyle dolduruyor. İşte buradalar. Yerden on metre yükseklikten bile onları çok iyi görebiliyorum, Angelica ve havuç bitkilerinin geniş şemsiyeleri ve masmavi topları. Üzerlerinde gruplar halinde oturan koyu turuncu kelebekler ve ağır eşek arıları, Lady's Bedstraws ve zencefilin beyaz ve sarı çiçek salkımlarını selamlıyor. Geniş kanatları ince bir damar ağıyla örülmüş, titreyen mavi kızböcekleri başımın yanında geziniyor. Daha da yavaşlıyorum ve aniden gölgemin altımda parladığını görüyorum. Şimdiye kadar görünmezdi, sonunda ortaya çıktı ve şimdi yabani otlar ve çalılar arasında yavaşça süzülüyor. Etrafta kimsecikler yok ve korunun yaklaşık üç yüz metre kuzeyindeki otoyol artık bomboş. İnebilirim. En uzun otların sapları "podyumumun", panel bloklu platformumun dibinde hışırdıyor.

Ancak, küçük bir tümseğin üzerine yerleştirmeden önce, sevinçle kontrol kolumla perdeleri tekrar açıyorum ve dikey olarak gökyüzüne yükseliyorum. Aşağıdaki manzara hızla küçülüyor ve ufuk, solda iki kilometre boyunca uzanan ve sağında hafif arduvaz çatılarıyla parıldayan köyün bulunduğu demiryolunun görüşünü açan büyük bir eğimle her taraftan kıvrılmaya başlıyor. Daha sağda, Lesnoy Devlet Çiftliği'nin merkez arazisi olan Roslavka yer alıyor ve şimdiden küçük bir şehir gibi görünüyor. Demiryolunun solunda Lesnoy'un Komsomolsk şubesinin sarı bir saman halkası ve kuru, yıpranmış gübreyle çevrili inek çiftlikleri yer alıyor. Batıda, demiryolunun yumuşak kavisinin kaybolduğu yerde (bu biraz kafa karıştırıcı, çünkü demiryolu aslında bir ok gibi düz) birkaç küçük evi ve 6 km uzaklıktaki Yunino demiryolu terminalinin düzgün beyaz küpünü tanıyabiliyorum.

Yunino'nun ötesinde, bu sıcak yaz gününün sıcak, mavimsi sisinde boğulan Kazakistan'ın sınırsız genişliği yayılıyor. Sonunda, tam altımda, Isilkulia'm uzanıyor. Gençliğimin toprakları, haritalarda ve planlarda yazıtları ve işaretleriyle göründüğünden çok farklı görünüyor. Uçsuz bucaksız, sınırsız, canlı. Karanlık, girift orman adaları, bulutlu gölgeler ve göllerin parlak berrak gözleriyle serpiştirilmiş. Altımda tüm bunlarla birlikte yeryüzünün devasa diski nedense gittikçe daha içbükey görünüyor ve bu zaten tanıdık olan yanılsamanın nedenini hala bulamadım. Daha da yükseliyorum ve nadir beyaz bulut kütleleri gittikçe alçalıyor ve yukarıdaki gökyüzü çok daha koyu maviye dönüyor. Bulutların arasından çıkıntı yapan tarlalar çoktan kalınlaşan mavi pusla kaplandı ve ayırt edilmeleri gittikçe zorlaşıyor. Dört yaşındaki torunum Andrei'yi yanıma alamamam çok kötü. Platform ikimizi de kolayca kaldırabilirdi ama insan çok dikkatli olamıyor.

Tanrım, ne yapıyorum ben? Glade'in üzerine bir gölge düşürdüm, değil mi? Bu, Mart ayındaki o unutulmaz gecede olduğu gibi binlerce kişi tarafından görülebileceğim anlamına geliyor. Şimdi gündüz ve ben yine bir disk, kare ya da daha da kötüsü kendi şahsım olarak görünebilirim. Ve orada, bana doğru yaklaşan bir kargo uçağı da var, hala sessiz ama hızla büyüyor. Gövdesindeki soğuk ışıltıyı ve doğal olmayan kırmızı uyarı ışığının yanıp sönmesini şimdiden görebiliyorum. Aşağı, çabuk! Ani bir fren yapıyorum ve dönüşe geçiyorum. Güneş arkamda ve gölgem karşımda, beyaz bir bulutun devasa, dışbükey duvarının tepesine vurmuş olmalı. Ama gölge yok. Sadece tüm pilotların aşina olduğu yanardöner parlak halkanın gökkuşağı ihtişamı önümdeki bulutu fırçalamış. Rahat bir nefes alıyorum, çünkü bu kimsenin beni ya da üçgen, kare ya da "sıradan" bir daire kılığındaki "ikizimi" görmediği anlamına geliyor. Aklıma bir düşünce geliyor (umutsuz teknik ve fiziksel uygunsuzluğa rağmen, hayal gücünün "düşen" bir uçuşta çok daha iyi ve hızlı çalıştığını söylemeliyim): "Ya beş milyar insan arasında benim keşfimi yapan tek kişi ben değilsem? Ya aynı prensibe dayanan, hem ev yapımı hem de profesyonel uçan cihazlar uzun zamandır inşa edilip test ediliyorsa?"

Ancak tüm tarama platformları aynı niteliğe sahiptir. Bazen diğer insanlara görünür hale gelirler. Pilotların kendileri "dönüşüme uğramış" ve kısa ve yeşil ya da kartondan yapılmış gibi düz (Voronezh, 1989) vb. gümüş giysiler içinde "insansılar" olarak gözlemlenmişlerdir. Dolayısıyla, bunlar pekala uzaylı UFO mürettebatı değil, sadece dışarıdan gözlemcilere "geçici olarak deforme olmuş" görünen insanlar olabilir. Bunlar pekala dünyalı pilotlar ve benimki gibi küçük platformlar inşa eden ve icatlarını güvenilir kılan kişiler olabilirler. Böcekler üzerinde çalışırken aynı fenomenle karşılaşan ve bir "yerçekimi uçağı" yapmaya ve test etmeye başlayanlara tavsiyem şudur (bu arada, böcekler olmadan bu keşfin yapılamayacağına inanıyorum): "Sadece güzel yaz günlerinde uçun. Fırtına ya da yağmurda çalışmaktan kaçının. Platformu çok uzakta ya da çok yüksekte çalıştırmayın. İniş alanından yanınıza hiçbir şey almayın. Tüm montaj ünitelerini mümkün olduğunca sağlam yapın ve cihazı herhangi bir elektrik hattı, kasaba (şehirleri bir kenara bırakın), ulaşım aracı veya insan yakınında test etmekten kaçının."

Test için en iyi yer, insan yerleşiminden mümkün olduğunca uzak bir ormanlık alandır. Aksi takdirde, birkaç düzine metre yarıçapında ev eşyalarının "açıklanamayan" hareketleri, elektrikli ev aletlerinin açılıp kapanması ve hatta yangınlara neden olan poltergeist olarak bilinen bir fenomene neden olabilirsiniz. Tüm bunlar için benim de bir açıklamam yok, ancak görünen o ki bu fenomenler karmaşık ve hain bir faaliyet olan zamansal bozulmaların bir sonucu. Uçuş sırasında ya da iniş alanında en küçük bir parça ya da partikül bile düşürülmemelidir. Mucitler için trajik bir olay olduğu anlaşılan 29 Ocak 1986 tarihli Dalnegorsk olayını hatırlayalım: Cihazın tamamı havaya uçmuş ve geniş bir alana dağılmıştı. Sadece küçük filtre hücresi parçaları bulundu, kimyasal olarak analiz edilmesi imkansızdı (olması gerektiği gibi!). Hatırlarsanız, "oradan" alınıp "buraya" taşınan böceklerin test tüplerinden, eğer sağlam kalmışlarsa, tüplerde oluşan deliklerle birlikte kaybolduğunu yazmıştım. Bu deliklerin pencere camındaki benzer deliklere benzediği ortaya çıktı.

Sonuncusu bazen konut ve ofis binalarında, bazen de birkaç oda ve katın pencerelerinde "patlamalar" halinde görülür. Bir delik dışarıdan 3-5 mm'dir, içeriye doğru bir koni şeklinde genişler ve çıkış çapı 6-15 mm'dir. Bazı deliklerin kenarları erimiş veya kahverengiye boyanmış, tıpkı test tüpümdeki böceğin durumunda olduğu gibi. Görünüşe göre bu tür bir poltergeist, eskiden inandığım gibi, küçük top şimşek türünden kısa ömürlü mikroplazmoidlerden değil, benimkine benzer bir cihazı test ederken dikkatsizce düşürülen parçacık ve lekelerden kaynaklanıyor. Bu sayfalardaki pencere deliklerinin fotoğrafları belgeseldir ve Novosibirsk yakınlarındaki Tarım Akademisi'nin bilim merkezinde tarafımdan yapılmıştır. Görmek isteyen herkese gösterebilirim. Bu delikler 1975-1990 yılları arasında ortaya çıktı, ancak belki de sonuncusu hariç hiçbiri benim uçuşlarımla ilgili değil.

UFO tanımlamalarının bir kısmının aslında tasarımcıları ve yapımcıları tarafından kasıtlı olarak ya da kazara aktif alanın dışına çıkarılan platformlar, panel blokları ve cihazların diğer büyük parçalarına ait olduğundan eminim. Bu parçalar başkalarının başına büyük dertler açabilir ya da en iyi ihtimalle gazete ve dergilerde, genellikle "bilimsel" yorumların eşlik ettiği bir dizi olasılıksız masal ve hikaye yaratabilir...

Keşfimin ayrıntılarını neden şu anda açıklamıyorum? Birincisi, gerçeği kanıtlamak için zamana ve enerjiye ihtiyaç var. Bende ikisi de yok. Bu görevin ne kadar ürkütücü olduğunu, siz okuyucularımın gerçekliğine artık ikna olduğunuzdan emin olduğum Boşluk Yapıları Etkisi gibi bariz bir keşif de dahil olmak üzere, önceki keşiflerimin tanınmasını sağlamaya çalışırken yaşadığım acı deneyimlerden biliyorum. Bu, CSE'nin bilimsel olarak tanınması için gösterdiğim uzun ve özenli çabaların sonucuydu. "Patent başvurunuzla ilgili olarak sizinle daha fazla yazışmak ters etki yaratacaktır." Bilimin Yüksek Rahiplerinden bazılarını şahsen tanıyorum ve eminim ki böyle biriyle görüşebilseydim (ki bu artık neredeyse imkansız), ressam çantamı açıp direğini ona bağlasaydım ve kollarını çevirip tavana doğru süzülseydim, hiç etkilenmezdi ya da daha da kötüsü, düzenbazın ofisten dışarı çıkmasını emrederdi. Genç insanların bu "rahiplerin" yerini alacağı zamanları dört gözle bekliyorum.

"Açıklamamamın" ikinci nedeni daha nesneldir. Bu yerçekimi karşıtı yapılara Sibirya böceklerinin sadece bir türünde rastladım. Bu böceğin ait olduğu sınıfın adını bile vermeye cesaret edemiyorum, çünkü soyu tükenmek üzere gibi görünüyor ve o zamanlar kaydettiğim nüfus artışı muhtemelen yerel ve sonuncusuydu. Şimdi, cinsini ve türünü söyleseydim, biyoloji konusunda yarı yetkin sahtekâr insanların bu doğa mucizesinin belki de son örneklerini yakalamak için vadilere, çayırlara ve ormanlara koşmayacağının garantisi ne olurdu? Bu potansiyel olarak kazançlı avı elde etmek için yüzlerce vadiyi sürmeyeceklerinin ve düzinelerce ormanı kesmeyeceklerinin garantisi nedir? Bu nedenle, bu bölümde ve ekte anlattıklarımın hepsi bilim kurgu olarak kalsın.

Doğanın kendisi bu sırrı onlara asla açıklamasın. Bu çok çaba gerektirir ve gezegende hala birkaç milyon böcek türü yaşadığı için bunu asla zorla elde edemezler. Her birinin morfolojik incelemesi için en az bir saatinizi ayırın, sonra sıra dışı olanla karşılaşma olasılığınızı hesaplayın ve size içtenlikle gayret ve çok uzun bir ömür dileyeceğim, çünkü hiç izin yapmadan günde sekiz saat çalışsanız bile bin yıllık bir ömre ihtiyacınız olacaktır. Umarım bencilce bir amaçla değil, sadece meraktan dolayı keşfim hakkında hemen bilgi almak isteyen okuyucularım tarafından anlayışla karşılanır ve affedilirim. Gerçekten de, Yaşayan Doğa'nın çıkarları doğrultusunda hareket edecek olsaydınız benim yerimde siz ne yapardınız? Ayrıca, benzer icatların, keşiflerini bürokratların ofislerine götürmek için acele etmeyen, yanardöner titreşimleriyle görgü tanıklarını şaşırtan garip diskler, üçgenler veya kareler kılığında gece gökyüzünde uçmayı tercih eden başka insanlar tarafından da yapıldığını görebiliyorum...

... Kendimi aşağı düşerken, daha doğrusu batarken buluyorum ve etrafta kimse olup olmadığını görmek için etrafa bakıyorum. Yere yaklaşık kırk metre kala aniden fren yapıyorum ve her zaman yaptığım gibi güvenli bir şekilde, koruma alanının Büyük Ormanı'ndaki küçük bir kayalığa iniyorum. Burayı haritada bulamazsınız ve oraya giderseniz siz de bulamazsınız. Oradaki birkaç kavağın dallarının "yıldırımla" kesilmiş veya dilimlenmiş olması nedeniyle beni yargılamayın. Kesinlikle dikey kalkış ve iniş çok zordur ve ilk yörünge çoğunlukla eğimlidir, özellikle de kalkışta, platform bir nedenden dolayı güneşten uzaklaştığında ve bazen de tam tersi olduğunda...

Kontrol direğindeki vidaları gevşetiyorum, sonra onu taşınabilir bir radyonun teleskopik anteni gibi kısaltıyorum ve platformdan çıkarıyorum. Platformu ikiye katlıyorum. Şimdi biraz daha kalın olsa da bir ressam çantasına benziyor. Çantayı, biraz yiyeceği ve çiti onarmak için birkaç aleti sırt çantama koyup titrek kavakların ve kısa köpek gülü çalılarının arasından Orta Glade'e doğru yola çıkıyorum. Ormandan ayrılmadan önce bile iyi bir alamet görüyorum; orman yatağında geniş bir kavis çizerek sıralanmış bir ateş kırmızısı kurbağa ailesi ya da folklorumuzdaki adıyla "cadı halkası". Neden "cadı halkası"? Ve genel olarak: "Neden Sibirya ormanlarının bu güzel mantarını kırmak, koparmak ve çiğnemek gerekiyor?"

[Vandalizm] Mantar toplayıcılarına sık sık bunu neden yaptıklarını sorardım. Cevap, "çünkü yenmez!" olurdu. Ama çim, kil, dallar, ağaç kütükleri ve taşlar da yenmez. Eğer ormanda mantar yerine taşlar olsaydı, kimse onları koparmazdı. Görünüşe göre yenmeyen mantarlar canlı oldukları için devriliyorlar. Cahil insanlar onları sadece öldürmek için çiğniyor ve tekmeliyor! O zaman bu nedir? İnsanların kanında gerçekten bir mantarı öldürmek ya da bir böceği ezmek, bir kuşu, bir tavşanı ya da bir bizonu vurmak var mı? Kabalık, sadizm, pogromlar ve savaşlar buradan kaynaklanmıyor mu? İnsan buna gerçekten inanmak istemiyor. Kendimi bir uzaylının yerine koyuyorum. İnsanları ziyaret etmek için Dünya'ya geliyorum ve onların mantarları devirdiğini, böcekleri ezdiğini, kuşları ve birbirlerini vurduğunu görüyorum. Ben olsam ne yapardım? Uzay aracımı hemen geri çevirir ve geri dönerdim. En az 500 dünya yılı boyunca geri dönmezdim.

Okurum, sen bir uzaylı olsaydın ne yapardın? En azından bu küçük kurbağa ailesinin kötü gözlerden ve zalim ayaklardan saklı olması iyi bir şey. Her yaz onun özel yaşamını görmek, zinober kırmızısı, nemli kapaklarını ve altındaki büyük, beyazımsı pulları görmek bana neşe veriyor. Ama işte koru. Her zamanki gibi üzerinde yürüyorum, yüreğim bu sevgili, uzaklardaki Işılkul doğasının sürekli özlemiyle çarpıyor, bir "efendinin" onu sürmeye karar verebileceği korkusuyla ve hala sürülmemiş, kesilmemiş ve çiğnenmemiş olduğu için sevinçle. Sırt çantamda, katlanmış direk, saha düzenleyicileri ve kendimi direğe bağladığım kemerle birlikte, yerçekimsel, mikro hücresel filtre blokları olan katlanmış, etkisiz hale getirilmiş bir platform olması gerçekten hiçbir şey ifade etmiyor. Keşfimle çağdaş bilimin yaklaşık elli yıl ötesine geçmiş olmam neyi değiştirir ki? İnsanlar eninde sonunda ve kesinlikle bu ve maddenin, uzayın, yerçekiminin ve zamanın diğer pek çok gizeminin üstesinden gelecekler.

Ancak herhangi bir süper galaksinin herhangi bir gezegenindeki hiçbir süper medeniyet, karmaşık, kırılgan, titreyen yaşamıyla, hanımeli sazları, çayır şekerleri ve tüy otlarıyla bu koruluğu yeniden yaratmayacaktır. Başka nerede, evrenin hangi köşesinde, yarı saydam bağırsaklarında aşk danslarını yapan iki çiçek sineğiyle bu leylak mavisi çan çiçeğinin eşini bulabilirsiniz? Başka hangi gezegende, neredeyse evcilleşmiş mavi bir kelebek, tuzlu bir şeyin, bir sosisin, peynirin ya da turşunun tadına bakmak için uzattığınız elinize konar? Ya da sadece avucunuzda bir aşağı bir yukarı yürüyüp, gri kanatlarını açıp kapatır ve arka tarafında yuvarlak gözlerden oluşan ince bir süsleme vardır?

... Biz insanlar, ilk hava balonlarını ve daha sonra uçakları ve daha sonra da diğer gök cisimlerine gönderdiğimiz güçlü roketleri uçurmaya başlayalı çok uzun zaman olmadı. Sırada ne var? Sırada ışık hızına yakın bir hızla diğer yıldızlara uçmak var. Ancak, en yakın galaksi bile hala ulaşılamaz olacaktır. Yine de insanoğlu, eğer akıllı sıfatını hak ederse, evrenin birçok bilmecesini çözecek ve bu engeli de aşacaktır. O zaman evrendeki herhangi bir dünya trilyonlarca ışık yılı uzakta olsa bile erişilebilir, yakın hale gelecektir. Bu gerçekleşecek, çünkü her şey akıl, bilim ve teknoloji meselesi. Sadece ben ve güvenebileceğim başka kimse yoksa, yakın ve uzak torunlarım için onu korumayacaksam, bu glade yok olabilir.

Peki, şu anda insanlık için hangisi daha değerli? Böcek koruması mı, yoksa en az 100 kg'lık dikey çekme ve 30-40 km/dak yatay hız geliştirebilen ev yapımı cihaz mı? Sana soruyorum, okuyucum. Ama ciddi ve sorumlu bir cevap vermeden önce iyice düşünün.

Şu resimlere bakın. Bu benim oldukça basit cihazımın montajı. Direksiyon kolonunun içindeki esnek bir kablo, hareketi sol koldan yerçekimi panjurlarına aktarıyor. Bu "kanat kutularını" birleştirerek ya da ayırarak havalanıyor ya da iniyorum.

 

Bir keresinde serbest düşüş sırasında sol tutamağı kaybettim ve eğer platform toprakta önce dikey, sonra yatay, güneşten uzağa bakan oldukça derin bir kuyu kazmamış olsaydı daha iyi bir dünyada olabilirdim. Böylece sadece hayatta kalmakla kalmadım, aynı zamanda neredeyse hiç darbe hissetmedim, sadece karanlık vardı. Kendimi ve oldukça kötü hasar görmüş cihazımı bu kuyudan çıkardım, ancak çaba sarf etmeden değil, çünkü "kuyuda" cüruf yığınları yoktu! Onu gizlemek için tüm ustalığımı kullanmak zorunda kaldım. Yoldan görülseydi, çok fazla spekülasyona neden olurdu ve hatta bazı aşırı hevesli araştırmacıları suçluya yönlendirebilirdi. Yan tüneli olan ve cüruf yığınları olmayan benzer kuyular 24 Ekim 1989'da Samara Bölgesi'nin Khvorostyansk Bölgesi'ndeki tarlalarda aniden oluşmuştur. Komsomolskaya Pravda [dergisi] aynı yılın 6 Aralık tarihinde bu olayı ayrıntılı olarak anlattı ve görünen o ki ben yalnız değilim. Büyük olasılıkla "bir bisiklet icat ediyorum". Aslında cihazımın üst kısmı bisiklete çok benziyor. Sağ kol yatay hareket için kullanılıyor, bu da bir kablo aracılığıyla sağlanıyor ve "kanat kasası" panjurlarının her iki grubunun eğimini düzenliyor. Asla 25 km/dakikadan daha hızlı uçmuyorum ve on kat daha yavaş gitmeyi tercih ediyorum. Bilmiyorum siz okuyucularımı ikna edebildim mi, benzer cihazlar yakında hemen hemen herkesin kullanımına sunulacak, ancak insanların onsuz hayatta kalamayacağı canlı doğa, eğer onu kurtarmaz ve korumazsak kimsenin kullanımına sunulmayacak.

Ancak tamamen açgözlü görünmek istemiyorum ve araştırmacılara doğanın başka bir patentini vereceğim. Bu aynı zamanda hareket ve yerçekimi ile de ilgilidir. Fizikçiler tepkisiz bir motorun imkânsız olduğunu söylüyorlar. Başka bir deyişle, çevreden tamamen yalıtılmış bir cihaz uçamaz ya da hareket edemez. Bir araba yolla temas eden tekerlekler olmadan hareket edemez, bir uçak kapalı bir pervane ile uçamaz ve bir roket de tıkalı nozullarla uçamaz. Bir bataklıktan saçlarından tutarak çıkmayı başaran Baron Münchhausen bunun tek istisnasıydı.

Bu olay 1981 yılında Novosibirsk yakınlarında, yoncanın entomo-faunasını, tozlayıcılarını ve zararlılarını incelediğimiz sırada gerçekleşti. Yoncayı bir böcek ağıyla "biçiyordum", tarlanın içinden geçiyordum ve ağın içindekileri, böcekleri, yaprakları ve çiçekleri bir cam kavanozda topluyordum. Tarlaların böcek yapısını incelemek için en acımasız yöntem bu, çünkü daha iyisi henüz icat edilmedi. Ne yazık ki, Tarımsal Kimya Enstitüsü'nde hayatımı kazandığım iş buydu. Kavanozun içine bir parça eterli pamuk atıp kapağını kapatmak üzereydim ki küçük, hafif bir koza üzerime atladı.

Oval biçimliydi, oldukça yoğundu ve şeffaf değildi. Kavanozdaki küçük "mahkûmlardan" biri onu itmiş olmalı. Kozalar kendi başlarına zıplayamazlar! Ama koza beni haksız çıkardı. Bir kez daha zıpladı, cam duvara çarptı ve yere düştü. Onu çıkardım ve ayrı bir test tüpüne koydum. Evde dürbün mikroskopla baktım ve özel bir şey bulamadım. Diğerleri gibi bir kozaydı, yaklaşık 3 mm uzunluğunda ve 1,5 mm genişliğindeydi. Duvarları dokunulduğunda olması gerektiği gibi güçlü hissediliyordu. Ancak koza ışıklandırıldığında veya güneş tarafından ısıtıldığında enerjik bir şekilde zıplıyordu ancak karanlıkta sessizdi. Uzunlamasına 30 mm zıplayabiliyordu ve daha da dikkat çekici bulduğum şey, 50 mm yüksekliğe kadar çıkabiliyordu. Anlayabildiğim kadarıyla, neredeyse hiç takla atmadan yumuşak bir şekilde uçuyordu. Hiç şüphesiz bu hareketten böceğin larvası sorumluydu. Ama bunu nasıl yaptığını görmek imkansızdı.

 ...İleriye atlayarak, kozanın sonunda ichneumon ailesinden Batiplectes anurus türü bir erkek böcek ürettiğini söyleyebilirim. Larvaları yonca bitini parazitlediği için tarım için faydalıdır.

Uçan koza sonunda serin bir yere, örneğin yerdeki bir çatlağa inene kadar zıplayacaktır. Tuhaf uçuş yolculuğu sırasında, zıplama anında kendini ağımın içinde bulmuş olmalı. Her şey, gazetelerde birçok kez anlatılan, ev eşyalarının açıklanamayan "sıçramalarına" benziyordu. Kozayı aşağıdan bakmak için camın üzerine yerleştirdim. Larva alt kısmını içeri çekip sonra aniden serbest bırakıyor olabilir mi? Öyle bir şey yok. Hiçbir noktada ezik yoktu ve kozayı hangi yöne yuvarlarsam yuvarlayayım zıplıyordu. Yatay, pürüzsüz ve kaygan cam bölmeden yanlara doğru zıplaması da dikkat çekiciydi. Yörüngelerini ölçtüm. Bunlar 35 mm uzunluğunda ve 50 mm yüksekliğindeydi. Bu, kozanın kendi genişliğinin 30 katı yüksekliğe kadar kendini kaldırdığı anlamına geliyor!

Bu kapsülü desteksiz mi bırakayım? Ama nasıl? Bir parça gevşek pamuk yünü ile! Bir parça pamuk yününü kabarttım ve kozayı bu pamuk bulutunun üzerine yerleştirdim. Onu güneşe çıkardım ve sabırsızlıkla bekledim. Eğer kozanın sakini alt duvara çarparak zıplarsa, kozanın desteğinden sıçramasına neden olursa, bu sefer işe yaramamalı. Darbe, pamuğun ince lifleri tarafından emilmelidir. Teorik olarak kozanın hareket bile etmemesi gerekir. Ama hayır, daha önce yaptığı gibi hareketsiz pedinden yukarı ve yana doğru havalanıyor. Geniş zıplamasını 42 mm olarak ölçüyorum, önceki kadar iyi. Böcek her halükarda kozanın dibine değil, üst kısmına çarpıyor olmalı. Kapsülün hareket etmesine neden olan bir şey yapıyor olmalı. Açıkçası, bu notları yazarken tedirginlik hissediyorum. 1981'de küçük tutsağımın sıçramalarında doğaüstü hiçbir şey bulamamıştım.

Bunun nedeni, fiziğe göre tepkisiz motor olamayacağını bilmemdi. Aksi takdirde bu böceklerden birkaç yüz tane yetiştirirdim. Neyse ki oldukça yaygınlar ve bu fenomeni derinlemesine incelemiş olurdum. Şimdi biraz hayal kuralım: "Ya batiplektler Dünya'yı terk etmek isteseydi? Yetişkin, kanatlı bir böceğin hiç şansı olmazdı çünkü atmosferimiz tepede oldukça seyreltiktir ve kanatlar buna uygun değildir. Koza içindeki bir larva ise tamamen farklı bir konu. Teorik olarak, kapsülünü bir sıçrayışta 5 cm kaldırdıktan sonra, hala havadayken daha da yukarı kaldırabilir ve sonra tekrar ve tekrar. Eğer koza hava geçirmez olsaydı, yani pilotun nefes almak için yeterli hava rezervi olsaydı, cihaz atmosferi terk edebilir ve sınırsız bir hız artışının önünde hiçbir engel olmazdı. Ne yazık ki boş bir fantezinin ürünü olduğu ilan edilen tepkisiz motorların cazibesi, inanılmaz değeri budur. Ancak fizikçi olmasanız bile, küçük bir larvanın 5 cm yükseğe çıktığında orada ne yaptığını hayal etmekte zorlanırsınız. Olamaz...ve yine de zıplıyor!

Fizikçiler bunun "doğa yasalarıyla çeliştiği" için "bilimin ötesinde" olduğunu söylüyorlar. Tek sorun Batiplectes anurus'un bunu bilmemesidir. Fizikçilerin yasağı, Avrupa SSCB Böcekleri Akademik Kayıtları'nın (cilt III, pt. 3) 26. sayfasında dürüstçe aşağıdakileri yazan önde gelen, deneyimli biyologlar tarafından da bilinmiyor olmalı: "Koza, larvanın koza içindeki ani hareketlerinin bir sonucu olarak yukarı sıçrar." Kısacası, bu güvenli, tepkisiz bir sürüşün çalışan ve test edilmiş bir örneğidir. Bunu size, okuyucuma veriyorum. İcat edin, tasarlayın ve inşa edin ama acele edin! Yonca zararlısı burun böceğine (phitonomus) karşı büyük bir kimyasal savaş başlatıldı. İnsanlık gerçekten kazanabilir. Ancak, bedeli çok büyük olabilir. Gezegenimizin faunası ichneumon Batiplectes anurus'u da kaybedebilir çünkü sadece bu tür bir böceği parazitliyor ve onsuz hayatta kalamıyor. Phitonomus varnabilis böceğinin yok olmasıyla birlikte bu böcek de ortadan kalkacaktır. Bu arada, zararlıya karşı bizim ichneumon ve diğer böcek avcıları gibi biyolojik silahların kullanılması önerileri Rus tarımının ve tarım biliminin patronları tarafından tamamen reddediliyor. Onlarca yıldır bu konuda onlarla mücadele ediyorum, ancak Don Kişot gibi, şimdiye kadar çok az başarı elde ettim.

Ancak, sorumluları da anlamak mümkün. Pahalı kimyasal fabrikalar nasıl durdurulabilir? Ve tarım bilimcileri neden yoncanın zehirle muamele edilmesine izin vermeyen tepkisiz bir dürtüyle ilgileniyor? Acele edin, biyologlar, mühendisler, fizikçiler! Çünkü Kimya kazanırsa, bu gizem ve onunla ilgili bir dizi başka gizem insanları sonsuza dek terk edecek. Böcekler olmadan, insanlar bunu kendileri icat edemezler. Lütfen bana güvenin, 60 yıllık deneyime sahip bir entomolog olarak. 1968'de Novosibirsk'te yayınlanan ilk kitabım "Bir Milyon Bilmece "nin sonunda yer alan bir çizimi burada tekrar yayınlıyorum. Novosibirsk'in Akademik Şehri üzerinde uçan bir adam çizimi. Kocaman bir çift böcek kanadına dayanan bir aleti uçuruyor. O zamanlar böyle bir makine icat etmeyi hayal ediyordum. Garip bir şekilde, bu hayal tam da böceklerle olan dostluğum sayesinde gerçekleşti, ancak en göze çarpan kısımları, şimdi beni sadece gülümseten kanatları körü körüne kopyalayarak değil, canlı doğayı dikkatle inceleyerek. Altı bacaklı dostlarım olmadan hiçbir şey mümkün olmazdı. Kimse de onlarsız yapamazdı. Bu nedenle onların dünyasını, böceklerin kadim, harika dünyasını koruyun, çünkü bu dünya doğanın gizemlerinin sonsuz, eşsiz bir hazinesidir! Hepinize yalvarıyorum, ona iyi bakın!

 

BİR DOĞA BİLİMCİNİN NOT DEFTERINDEN

Yapay bal peteği --- Bir buçuk düzine kartonpiyer süpermarket yumurtası (30'lu yumurta çeşidi) alın, bunları bağlayın ya da "dişleri" oyuklardan ziyade birbirleriyle birleştirecek şekilde (üst üste) yapıştırın.

 

Belirli bir "kağıt" yaban arısının çok hücreli taraklarına benzer büyük hücreleriniz olacak, ancak çok daha büyük. Tüm hücre setini (bir kılıf içinde olabilirler), alttaki "tarak" başın yaklaşık 10-20 cm yukarısında olacak şekilde bir sandalyede oturan bir kişinin başının üzerine yapıştırın. Kişinin 10-15 dakika boyunca orada oturmasına izin verin. Setin oluşturduğu uzamsal şeklin "doğal olmayan", olağandışı dönüşümü avucunuzun içinden bile fark edilebilir. "Makro petek" altında tohum filizlendirme veya mikroorganizma ve böcek yetiştirme deneyleri yapın ve sonuçları petekten en az 2 m uzakta yapılan aynı deneylerin sonuçlarıyla karşılaştırın. Her bir deney çiftini birkaç kez tekrarlayın.

 

Demir tarak --- Küçük delikli öğütücüler en altta ve büyük delikliler en üstte olacak şekilde, tel kenarları aşağıya gelecek şekilde üst üste yığılmış sıradan mutfak öğütücülerinin etkisini test edin.

Kağıt Tarakları --- 6 yaprak ofis kağıdını uzunlamasına kesin ve her birini körük gibi katlayın, böylece her birinde 10 kenar ve 20 düzlem elde edersiniz. Körükleri sıkarak yaprakların dikdörtgen yerine kare olmasını sağlayın ve her bir ardışık yaprağı yatay olarak saat yönünde 30 derece alttakine doğru çevirerek üst üste yapıştırın. Ardından birkaç düzine taç yaprağı olan konik, çok katmanlı bir "çiçeği" birbirine yapıştırın (tercihen koyu renkli kağıttan) ve taç yapraklarını kabartın. Avucunuzu "çiçeğin" üzerinde ve asılı körüğün altında tutarak yayıcıları test edin. Körüğü ve ardından çiçeği oturan bir kişinin başının üzerine yerleştirin ve hislerini kaydedin.

Plastik Köpük --- Bu mükemmel ısı yalıtkanının elin sıcaklığını uzaktan bile "yansıttığı" gerçeğine alışkınız. Ancak, koyu renkli kağıt, karton veya teneke bir tabakla kaplasanız bile, yine aynı şeyi yapacaktır. Bu, CSE'yi üreten malzemenin çoklu veziküler boşluklarının çalışması nedeniyle gerçekleşir. Köpük kauçuk. Diyelim ki pamuklu bir yün yatakta uyumaya alışmış bir kişinin kauçuk bir sünger yatakta ilk başta iyi uyuyamadığı ya da hiç uyuyamadığı yaygın olarak bilinmektedir. Bu, CSE'nin tipik bir tezahürüdür. Organizma sonunda kendini bu yeni yatağa adapte eder.

Mushroom CSE --- Bir avcı bir keresinde bana kışın ellerini bracket-fungi ile ısıttığını söylemişti. Bu ağaç mantarının alt tarafının ince spor tüpleriyle dolu olduğunu hatırlayalım. Avcının hissettiği şey sıcaklık değil, tipik bir CSE idi.

Hareketli taraklar --- Ahşap bir tabla yapın ve üzerine kurşun kalem büyüklüğünde birkaç delik açın.

CSE alan algısı, top dönerken önemli ölçüde artmaktadır. Bu, avuç içi ile kolayca algılanır ve boşlukların uzayda sayısal olarak çoğalması gerektiği gerçeğinden kaynaklanır.

Çiçek CSE --- Canlı bir çiçek gibi sıradan ve hoş görünen bir nesnenin "doğal olmayan" bir konumu da özelliklerini değiştirebilir. Birkaç düzine çan şeklindeki çiçekten (lale, çuha çiçeği, zambak veya çan çiçeği gibi) oluşan bir demeti oturan bir kişinin başının üzerine baş aşağı yerleştirin. Kokularının etkisini önlemek için çiçekleri plastik bir torbaya koyun. Sonuçlarınız hakkında bana yazın.

Rüzgarla devrilen ağaçlar: Deneklerimden biri, bir coğrafyacı, bana "ızgaralarımdan" birinin etkisini deneyimlediğini söyledi. Yıllar önce bir ormanın rüzgarla yıkılmış bir bölümünden geçerken benzer bir his yaşadığını söyledi. Başı, kulakları, ağzı ve tüm vücudu özellikle nahoş bir şey hissetmiş ve bu his benim ızgaram altında hissettiğiyle aynıymış. Bu, ormanın normal çok boşluklu alanının aniden bozulan şeklinin bir süre boyunca insanlara rahatsızlık veren CSE dalgaları yaydığı anlamına geliyor.

Yağmurdan önce: Duştan soğuk su akıtın ve elinizi yavaşça yandan gelen damlacıkların akışına doğru hareket ettirin. Çoğu insan duştan "sıcaklık" hisseder. Gerçekte bu, su damlalarından oluşan "çok katmanlı" ızgaranın yeni unsurlarının ve aralarındaki boşlukların hareketiyle güçlenen CSE'dir. Banyoda pratik yaptıktan sonra, çeşmelerden ve şelalelerden daha da güçlü bir CSE almaya çalışın. Uzaktaki bir yağmurun örtüsü, bulunduğunuz yerde atmosferik basınç yüksek olsa bile geniş bir alanda etkisi olan güçlü bir CSE alanı yaratır. Hiç yağmurdan önce uykunuzun geldiğini hissettiniz mi? Kapalı mekanlarda bile mi? CSE perdelenemez.

Kitap CSE --- Kalın, tercihen iyi okunmuş bir kitap alın ve sırtı güneş yönüne (geceleri kuzeye) bakacak şekilde bir masanın kenarına dik olarak koyun. Kitabı açın ve sayfalarını mümkün olduğunca eşit bir şekilde kabartın. Birkaç dakika içinde bu bölümde bahsedilen bazı hisleri avucunuzla, dilinizle veya başınızın arkasıyla alabilmeniz gerekir (CSE hemen ortaya çıkmaz ve hemen kaybolmaz da). Bu "akış" biraz pratikten sonra 2-3 metre mesafeden alınabilir. Ayrıca "kitap CSE'sinin" ekranlanamaz olduğunu doğrulamak da kolaydır. Birinden elinizle kitap arasında durmasını isteyebilirsiniz.

 

 

Yapay tarak dolgulu ve arkasında üç mıknatıs bulunan büyük koniler --- Biri Isilkul'da diğeri Novosibirsk yakınlarında olmak üzere iki benzer koni güneşe göre karşılıklı olarak yerleştirilmiştir. Bu koniler 23 Nisan 1991 sabahı fırlatılmış ve yıkılmıştır. Novosibirsk'teki ise açılarak bir yeraltı saklanma yerinin duvarına sıkıştırıldı ve mıknatısları kayboldu. Bir Omsk apartmanının bazı sakinleri aynı anda bir dizi garip "öcüler" yaşadı (bkz. 26 Nisan tarihli Vechernii Omsk ve Omsk ve Moskova TV yayınları). Aynı gazete, resimdeki aygıtı tam da bu "tesadüf" nedeniyle 5 Ağustos 1991'de "Grebenikov'un hiperboloidi" olarak adlandırdı. İki konik yapı arasındaki dik elektronik dalgaların "ışınlarından" biri aslında tam da orada, Omsk'taki İrtiş nehri setinde oluşmuş olabilir.

Orta Boy Koniler --- Bir düzine plastik ev hunisini birbirine sıkıca yerleştirin ve yapıyı, ağızları güneşe dönük olacak şekilde herhangi bir destek üzerine sabitleyin. Üst huninin çan ucunu bir ağ veya açık mavi bir bezle örtün (böylece test edilen denekler ısıyı tahmin edemezler).

Küçük Koni --- Kullanılamayan iki film rulosunu sıkıca sarın. Bunları bir iple bağlayın ve üstteki rulonun ortasına çan şeklinde bir oyuk bastırın. CSE yayılımları, özellikle güneşe karşı pozisyonda avuç içinizle kolayca alınabilir. Bu "mikro koniyi" alnınıza bastırırsanız ilginç duyumlar alırsınız.

Sürekli Hareket Makinesi --- CSE emanasyonlarını kaydetmek için tasarlanmış bu saman göstergesini bir örümcek ağı ipliğine asmıştım. Daha sonra yukarıda tarif ettiğim cihazımın etrafını yedi adet huni şeklinde film rulosuyla çevirdim. Bir pipet yavaşça bir rulonun etki alanından çıkarken, başka bir rulonun güç alanına girecek, sonra üçüncünün ve bu şekilde devam edecek ve dedektör dönmeye devam edecek. Bu deney en iyi ses geçirmez bir odada, tellerden, borulardan, sıcak, soğuk ve hatta parlak ışık kaynaklarından uzakta çalışır. Bunda bir mucize yoktur: madde sonsuz hareketi içinde ebedidir.

Güneş Eteri ve Işın Radyatörü --- Bu karmaşık isim, 100 yılı aşkın bir süre önce CSE'yi keşfeden ve tıp, tarım ve teknolojideki pratik uygulamaları için cihazlar üreten Leipzigli profesör Otto Kornschelt tarafından bulunmuştur. İçlerinde bakır zincirlerle ritmik boşluklar oluşturuldu. Cihazlar arka tarafları güneşe bakacak şekilde konumlandırıldı. Gerçekten de yeni icatların eskilerinin unutulmasından ibaret olduğu doğrudur. Kornschelt tarafından tarif edilen hisler, benim kendi bağımsız çalışmalarımda deneyimlediklerimle aynı. Korschelt'in deneylerini ancak çok yakın bir zamanda, M. Platten'in "New Medical Technique", cilt III, St. Petersburg, 1886 adlı kitabından öğrendim, burada cihazın aşağıdaki çizimi yeniden üretilmiştir.

Elek CSE --- Eskiden baş ağrısı ve sarsıntı semptomları, hastanın başının üzerinde tutulan sıradan bir un eleği ile tedavi edilirdi. Alternatif bir yöntem olarak, hasta eleğin kenarını dişlerinin arasına sıkıştırır ve file yüzünün önünde dururdu. Elek malzemesi önemsizdir. Cihaz, hasta güneşe bakıyorsa (gece yarısı kuzey) daha iyi çalışır. Bu tip CSE sağlıklı insanlar tarafından da algılanabilir.

Gezegensel CSE --- Güneş sistemimizdeki gezegenler Güneş'ten belirli uzaklıklarda bulunurlar. Mesafe için Titus-Bode formülü şöyledir: 3, 6, 12, 36, vb. sayılara 4 eklenir (geometrik bir ilerleme) ve elde edilen sayı 10'a bölünür. Bu düzenliliğin nedeni bilinmemektedir. Bu ilerlemedeki boş nokta (Mars ve Jüpiter arasında) asteroitler tarafından işgal edilmiştir. Kemerovalı fizikçi V. Iu. Kaznev bu düzenliliğin Güneş tarafından üretilen CSE tarafından belirlendiğini düşünmektedir. Gezegenlerin maddelerinin Güneş'in alan kuvvetinin yoğunlaştığı bölgelerde gruplandığını öne sürmüştür.

Günlük CSE --- Algılanabilir madde dalgaları boru yığınları, bazı mağaralar, yeraltı tünelleri ve ağaç taçları tarafından yayılır. Binaların şekli de önemlidir (yuvarlak, köşeli, kubbeli). Duvar ve mobilya malzemesi de belirli parametrelerde CSE yayar.

Mikro CSE --- CSE etkisi sadece galaktik veya evsel ölçeklerde değil, aynı zamanda molekülleri belirli şekillerde boşluklara sahip olan maddelerde, örneğin naftalinde, mikro dünyada da ortaya çıkabilir. Bir litrelik bir kavanozu bununla doldurmuş, ağzını kapatmış ve tavana asmıştım. İnsanlar avuç içleriyle kavanozun altında bütün bir güç alanı "pıhtıları" sistemini hissettiler ve kap başlarının üzerinde asılı olduğunda daha da fazla hissettiler. Aktif kömür de çok boşluklu bir yapıdır. Resimde gösterildiği gibi 2-3 tablet aktif kömürü parmaklarınızda tutun ve ellerinizi hafifçe yukarı aşağı hareket ettirin ya da dönüşümlü olarak birkaç dakika boyunca ayırıp birleştirin. Sonuçlar hakkında bana yazın.

Tefilin --- Şimdiye kadar insanlar için faydalı 4 CSE yayıcı izole ettim. Bunlar arı petekleri, birleştirilmiş ellerden oluşan bir ızgara (daha fazlası bir sonraki bölümde), bir elek ve tefelin olarak bilinen bir muska. Tefelin nedir? Eski bir Yahudi aygıtıdır. İki bantla deri bir platforma tutturulmuş sıkıca ekilmiş deri bir küptür. Küpün içine Talmudik yazılar kazınmış, sıkıca sarılmış ve ağartılmış, yumuşak çocuk derisinden dört parşömen şeridi vardır. Tapınan kişi, parşömen rulolarının eksenleri alnına dik olacak ve dış uçları Doğu'ya bakacak şekilde cihazı alnına tutturmuştur. Yazıtların önemsiz olduğu ortaya çıktı. Önemli olan malzeme, şekli ve boyutlarıdır. Cihaz farklı malzemelerden yapıldığında sadece hoş olmayan hislere neden olurken, deri bir tefelin faydalı bir fizyolojik etki yaratır. Şekil ve benzeri faktörlerin yanı sıra malzemenin mikro yapısı da CSE kalitesinde rol oynamalıdır. nepriyatnye oschuscheniya; kozhanyj zhe tefilin

Thoth'un Asası --- Eski Mısır tanrısı Thoth bir bilim, büyü tanrısı ve ruhun dünyevi eylemlerinin bir "muhasebecisiydi". Bu onun asasının tasarımıdır. 2 veya 3 mm kalınlığında bir bakır tel, ucunda 10 cm çapında 3-4 sarmal ile düz bir spiral şeklinde bükülmüştür. Ayrıca sapa daha yakın, her biri 5 cm çapında 2 enine, 3 boyutlu spiral sarmalı vardır. Tel, 16 cm uzunluğunda, yoğun ahşaptan yapılmış kare kesitli sapa yerleştirilir. Sap tabanda 4 cm, tel ucunda ise 1,5 cm kalınlığındadır. Tel sargısı ile birlikte tüm asa 41 cm uzunluğundadır. Sapın dar ucunda 13 adet derin körük şeklinde çentik vardır. Asa tel olmadan da çalışmaktadır (bu kadar yoğun olmasa da). Tel incedir ve herhangi bir malzemeden olabilir. Ancak, en iyi iki kat kalın izole edildiğinde çalışır. Bu etkisini artırır. Asayı resimde gösterildiği gibi tutarsanız, büyük spiralin merkezinden, yüzeyine dik olarak yayılan toplam radyasyon, spiralin her iki tarafındaki insan avucu tarafından çok iyi algılanabilir. Bu eski Mısır aletinin ne amaçla kullanıldığını ve bu "çift ışınlı" emanatörü ne amaçla kullanmış olabileceklerini hiçbir zaman öğrenemedim.

Keops Piramidi --- 3-4 kat kalın, gözenekli ambalaj kağıdından bir piramit yapın: 20x20 cm kare taban, yükselen kenarların her biri 19 cm. Sadece kenarlardan yapıştırın, ne kadar sıkı olursa o kadar iyi ama ince bir çizgi halinde. Kesin Yan yüzlerden birinin ortasında 5-6 cm'lik bir delik açın. Parmaklarınızla 10 cm uzunluğunda bir parça kömür veya kurşun kalem tutun ve bu göstergeyi deliğe sokun, uzak ucunu piramidin tabanına doğru eğin. Piramidin içindeki boşluğu gösterge ile "karıştırın", çıkarın ve prosedürü yaklaşık 30 kez tekrarlayın. Çok geçmeden Mısırlıların mezarlarının olduğu yerde aktif bir bölge, bir "pıhtı" göreceksiniz. Piramidin tepesinin üzerindeki bir başka aktif bölge (alev) de, ucunu tepenin üzerine sürüklediğinizde gösterge tarafından iyi algılanır. "Pıhtı" ve "alev", piramidin içine sokulan parmakla ya da biraz pratik yaptıktan sonra üzerinde gezdirilen avuçla iyi hissedilir. Yüzyıllar boyunca birçok korkutucu ve gizemli hikayeye neden olan piramit etkisi, CSE tezahürlerinden biridir.

İskelet Piramit --- Benzer ilginç nitelikler, aynı boyutlarda ancak sadece iskelet şeklinde, yüzleri olmayan piramitler tarafından da sergilenir. Böyle bir iskelet 8 pürüzsüz, sert kamıştan birbirine yapıştırılabilir. Burada, karmaşık kılcal yapıları ve tüm boşluğun etkisiyle pipetlerin toplam CSE'sinin etkisini elde ederiz. Bu tür piramitler, kenarların uzunluğunda orantılı bir artışla başka boyutlarda da yapılabilir. Böyle bir piramidi arkadaşınızın başının üzerinde, önce aşağıdan yukarıya doğru yaklaşık 5 dakika tutun. Böcekler (yaban arıları, gelişmekte olan tırtıllar, vb.), ev bitkileri ve çabuk bozulan yiyecekleri piramidin içine, üstüne ve altına yerleştirerek ek deneyler yapın (deneylerinizi her zaman CSE etkisi olmayan aynı deneylerle kontrol edin). Eski Mısırlıların piramitleri inşa etmek için nedenleri olduğunu göreceksiniz.

Telekinezi --- Üstün yetenekli olarak adlandırılan kişiler tarafından gerçekleştirilen hafif nesnelerin temassız hareketine verilen isimdir, örneğin bir kibrit kutusunu dokunmadan masa üzerinde hareket ettirmek veya bir tenis topunu havada tutmak gibi. Herkesin bu yeteneğe sahip olduğunu iddia ediyorum. Tarif edilen iskelet halindeki saman piramidini tepesinden ince, yapay bir iple ya da daha da iyisi bir çoraptan koparılmış uzun bir elastik parçasıyla tavana asın. En az konveksiyona (hava sirkülasyonu) sahip bir nokta seçin. Piramidin dönmeyi bırakması için birkaç saat bekleyin. Ellerinizi bir tüp haline getirin (resme bakın) ve ellerinizi 2 metre mesafeden asılı piramide doğrultun ("hedefinizi" kaybetmeyin). Piramit bu CSE enerji demetinin basıncı altında birkaç dakika içinde saat yönünde dönmeye başlayacaktır. Daha sonra ellerinizdeki "tüpü" iskeletin sağ tarafına doğru hareket ettirerek dönüşünü durdurabilirsiniz ve saat yönünün tersine dönmeye başlayacaktır. Bu deneyleri çeşitli sürelerde, çeşitli zaman aralıklarında ve çeşitli mesafelerde gerçekleştirin. Göreceksiniz ki telekinezi bir mucize değil, sadece seçilmiş bir azınlığa değil, herkese açık olan madde iradesinin tezahürlerinden sadece biridir. Avucunuz aynı zamanda bu bölümde anlatılan piramit gösterge cihazını açıkça iten çok boşluklu bir yapıdır.

Bu iskelet piramidini kullanarak pratik yapabilir ve bununla "telekinetik" yeteneklerinizi geliştirebilir ve önemli ölçüde artırabilirsiniz.

Tahıl CSE --- Kısa saplı 30-40 olgun buğday başağını koyu renkli kağıttan alçak bir koninin içine sabitleyin (resme bakın). Başaklardan elle algılanabilen emanasyonlar, bu cihazın saman göstergesini bazı bal peteklerinden bile daha sert bir şekilde herhangi bir perdeden iter. Bu etki, kulak pulları arasında bulunan ve kulağın alt kısmına doğru dar bir açıyla yönlendirilen çok sayıda kama şeklindeki sinüs tarafından üretilir.

Mucizelerle saman yapımı --- Gençliğimde bana aşağıdaki numara gösterilmişti. Kısa bir kurşun kalem uzunluğunda kesilmiş bir sap parçası tırpanın kör kenarının yanına yerleştirilirdi. Aynı uzunlukta başka bir sap parçası da aynı şekilde bıçağın üzerine yerleştirildi ama biraz uzağa ve sonra elle ilkine doğru itildi. Yaklaşık 8 cm olduğunda, ilk sap kenar boyunca ikinci saptan uzaklaşmaya başladı. Bu deney her zaman başarılı olmadı, ancak genellikle aynı yerden büyük miktarda çim kesildikten hemen sonra gerçekleşti. Deneyin bazı unsurlarını veya koşullarını unuttum ancak burada aşağıdaki faktörlerin iş başında olduğunu düşünüyorum. "Deforme olmuş" çayırdaki toplam CSE alanının aniden değişmesi (ağaç rüzgarı vakasını hatırlayalım), biçerdöverin parmaklarının ızgarası, sapın kendisinin çok boşluklu özellikleri ve belki de sabah güneşine karşı konumu. Statik elektrik hariç tutulmuştur çünkü o saatte her şey ıslaktır. (Eskiden çimler sabah çiği hala üzerlerindeyken biçilirdi).

Tanımlanmış Uçan Cisimler --- Uzun zaman önce uzak bir Kafkas köyünde insanların geceleri dağlardaki sık ormanlarda ağızlarında yanan sigaralar ve ellerini sallayarak dolaşmalarına şaşırmıştım. İzmaritlerin ışığı bir saniyeliğine yanar, sonra bedenlerinin ya da uzakta titreyen ağaçların arkasında kaybolurdu. Bunların aslında yerel ateş böcekleri olan Luceola mingredica olduğu ortaya çıkmıştı. Bu sineklerin ışığı bu şekilde parıldamaktadır. Bu arada, UFO raporları ve okuyucularımdan gelen mektuplar, ya kuş sürüleri ya da yoğun böcek sürüleri olduğu ortaya çıkan karanlık uçan dairelerden bahsediyor. Ben de Sibirya'da sadece böceklerden oluşan "sütunlar" değil, aynı zamanda 3-4 metre çapında "toplar" da gördüm. Bazı durumlarda bunlar sivrisinek benzeri uçuculardı, bazılarında ise Mirmica cinsi kanatlı karıncalar. Böyle bir sürü, cahil bir kişi tarafından uzaktan büyük, yuvarlak bir plazmoid olarak algılanabilir.

CSE etkisinin ayrıntılı bir açıklaması "Böcekler Dünyasının Gizemleri" (Novosibirsk, 1990) adlı kitabımda, Sibirskii Vestnik Selskokhoziastvennoi Nauki, no.3, 1984 ve Pchlovodstvo, no. 12, 1984 dergilerinde bulunabilir. CSE'nin fiziksel doğası "Non-Periodic Galloping Phenomena" in the Environment, cilt III'te (Tomsk, 1988) açıklanmıştır. Toplamda, CSE üzerine üç düzineden fazla makale yayınladım. Söz verdiğim gibi, geri kalanını bir sonraki kitabımda anlatacağım. Bu bölümü adlandırdığım gibi adlandıracağım: "Uçuş."

 

Levent Aslan

04 Ağustos 2024

Kaynaklar : rexresearch.com  

Juri N. Cherednichenko (Laboratory of biophysics Scientific Research Institute of General Pathology and Human Ecology SB Russian Ac. Med. Sci. Novosibirsk-city)

 

 

 

 

Levent ASLAN

Levent ASLAN

Yazar

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

MADDE ANTİ MADDE GİZEMLERİ BİLİMSEL

MADDE ANTİ MADDE GİZEMLERİ

MANYETİZMANIN GÖRÜNMEZ GÜCÜ BİLİMSEL

MANYETİZMANIN GÖRÜNMEZ GÜCÜ

NIKOLA TESLA’NIN DEPREM MAKİNASI BİLİMSEL

NIKOLA TESLA’NIN DEPREM MAKİNASI

LAKTİK ASİT KAS YORGUNLUĞUNUN TEK NEDENİ Mİ? BİLİMSEL

LAKTİK ASİT KAS YORGUNLUĞUNUN TEK NEDENİ Mİ?

Yorum Yap