CEM KARACA BİLİNENLERİ BİLİNMEYENLERİYLE BİR MÜZİK EFSANESİ
Türk müzik dünyasının gördüğü yorumcuların, müzisyenlerin en görkemlisidir. 1960’ların sembol ismi, Anadolu Rock’un dev isimlerinden Cem Karaca, solun güçlü olduğu yıllarda müzikteki en büyük temsilcisiydi. Hemen her parçasında toplumsal konulara değinmiş halk ozanlarının şiirlerini türkülerini yorumlamıştır. Sizi fırtınalı yılların dev sanatçısı Cem Karaca’nın fırtınalı hayatını okumaya davet ediyorum…
Coğrafyamızda eşi az bulunan bir sentezin çocuğu olarak doğdu dünyaya Muhtar Cem Karaca. O gün takvimler 5 Nisan 1945’i gösteriyordu Bakırköy’de tiyatro kulisinde doğduğu zaman. Babası Azeri Türkü Mehmet İbrahim Karaca annesi Ermeni asıllı Türk Toto Karaca’ydı. Her ikisi de Cumhuriyet Tarihinin önemli tiyatro oyuncularıydı. Cem Karaca daha doğarken yutmuştu sahne tozunu ve her sahneye çıktığında devleşmesinin nedeni de belki buydu.
Tıpkı Erkin Koray gibi Cem Karaca ‘da annesi sayesinde tanıştı müzikle. Müzik eğitiminin ilk derslerini annesi ve annesinin büyük teyzesi Rosa Felegyan’dan piyano ile alır. Ustanın sesini yine onu en iyi tanıyan annesi Toto Karaca keşfeder. Piyano dersleri, notalar, melodiler Cem Karaca’yı bir girdap gibi hızla içine çekecek ve içinde bulunduğu dönemin de etkisiyle Rock N Roll parçaları söylemeye başlayacaktı mikrofonu eline aldığı zaman.
Cem Karaca 1960’lı yıllarda tüm dünyada esen özgürlük rüzgarından etkilenen isimlerinden biriydi, Erkin Koray, Fikret Kızılok, Barış Manço ve adlarını sayamadığım diğer değerli sanatçılar gibi… O da diğerlerine öykünerek ilk bestelerini ya da şarkılarını İngilizce sözlerle söyledi. İlk türkü düzenlemeleri, alevi ezgilerinin ilk düzenlemeleri hatta Türk Sanat Müziğinde yenilikler ve arabeskin ortaya çıkışı hep bu döneme rastlar. Özgürlük adının en çok geçtiği bizim için de fırtınalı yıllar denen döneme…
Toplumun bir aynası olan müzik her zaman ve özellikle o yıllarda özgürlüğü, devlet savaşlarına karşı duruşu, tüketim çılgınlığına baş kaldırışı, fennimizin yükselişini ifade etmiştir. Cesur sanatçılar yapmıştır bu cesur çıkışları. Dik duruşuyla, keskin diliyle teatral müziğiyle Cem Karaca en öne çıkanı olmuştur o sanatçıların. Ancak Türkiye’nin özgün yapısı Avrupa’da müziğin Rönesans’ı yaşanırken Türkiye’de askeri darbeler arasında toplum ancak soluk alıp vererek yaşamaya çalışıyordu. 1960, 1971, 1980 baskıcı zihniyetleri yaratıcı ve savaşçı zihinlerin sanatta doruklara çıkmasına neden bile olmuş olabilir.
Cem Karaca orta öğrenimini Robert Koleji’nde tamamlamıştır. Doğuştan sanata ve müziğe yeteneği olan Cem Karaca kısa sürede çevresindeki genç arkadaşlarına özellikle beğendiği kız arkadaşlarına dünyaca ünlü müzisyenlerin şarkılarını seslendirmesi onun dolu dolu geçecek hayatının, özelikle müzik yaşamının ön izlemesi gibiydi.
1962 yılına girerken Beyoğlu Spor Kulübünde arkadaşlarının isteği üzerine şarkılar söyler. O performansın ardından grup kurarlar arkadaşlar. Dinamikler isimli grup kurulur 1963 yılında. Bu Cem Karaca’nın içinde bulunduğu ilk gruptu ve henüz 18’indeydi. Annesi Cem’i desteklemesine rağmen babasının sanatçı kişiliği bile oğlunun sanatçı olmasına izin vermiyordu. İstemiyordu hatta ilk konserlerinde parayla adam tutup yuhalattırdığı bile söylenmişti zamanında. Ancak dik duruşlu Cem, tutkusu olan müzikten hiç vazgeçmedi..
1965 yılında Altın Mikrofon yarışmasına Cem Karaca ve Jaguarlar olarak katılan grup elemeyi geçemedi. Dinamikler ve Jaguarlar’la Rock n Roll tarzı parçalar üzerinde çalışıyordu. Sesi güçlüydü ve ne söylerse dinleniyordu.
İlk evliliğini 22 Aralık 1965 yılında tiyatro sanatçısı Semra Özgür ile yaptıktan sadece üç gün sonra askere gitti. Antakya 121. Jandarma Er Eğitim Alayı'nda başladı askerliğine. Bu hayatının dönüm noktası olmuştu. Ülkesinin müziğinin derinlikleriyle askerde tanışmıştı. Türkü dinleyip bağlamayı tanımıştı. Uzaktan dinlediği bağlamanın sesi onu büyülemiş o zamanlar sıklıkla söylediği Rock n Roll şarkıları için “hiçbiri aileme, karıma duyduğum özlemimi dile getiremez” demişti. Ardından “Kendi halkımın öz müziği olan Türk Halk Musikisi” dediği Türk Halk Müziğini incelemeye başladı. Türk ozanlarından Aşık Mahzuni Şerif ile tanıştı. Cem Karaca. Askerlik hizmetini bitirip de İstanbul’a döndüğü zaman Gitarist Mehmet Soyaslan’ın kurduğu ve o zamanlar ülkenin en iyi amatör grubu olan Apaşlar’a katıldı. Mehmet Soyaslan Cem Karaca’yla ilk karşılaşmalarını anlatırken “Bir geldi…” Pir geldi dercesine, “Bir prova yaptık beraber, çok sevdik birbirimizi, o günden sonra beraber çalışmaya başladık,” demişti.
Cem Karaca ve Apaşlar lüks bir gece kulübünde müzik yaparak birbirilerine alışmaya başlamıştı. “Karavan Pavyon diye bir pavyon vardı, Galatasaray’da,” diyen Mehmet Soyaslan, ailelerin, öğrenci gençlerin gittiği lüks kulüplerden biri olan Karavan’da Erkin Koray’ın Erol Büyükburç’un da orada çıktığını anlatıyordu kendisiyle yapılan söyleşide. Anadolu Rock Parçalarıyla tanınan Apaşlar, 1967 Şubat’ında Cem Karaca ile birlikte Altın Mikrofon yarışmasına katıldı. Parçanın adı “Emrah” ve sonuç ikincilikti. Ancak Altın Mikrofon’un en popüler grubu seçilmişlerdi o sene.
Cem Karaca ve Apaşlar önce Anadolu turnesine çıktılar ardından kendilerini yurt dışında tanıtmak için Almanya’ya gittiler. Mehmet Soyaslan’ın yazdığı ve Cem Karaca’nın söylediği “Resimdeki Gözyaşları” Karaca’nın pop hitlerinden biri olmuş büyük sükse yapmıştı. Hatta 1997 yılında “Ağır Roman” filmi için yeniden düzenlendi. Naim Dilmener, müzik eleştirmeni “Daha introsuyla insanı çarpıyor,” demişti sonuna kadar enerjisi bitmeyen “Resimdeki Gözyaşları” için. Eleştirmen Dilmener’e göre 1970 – 1975 yılları arasındaki dönem Cem Karaca için en iyi dönemdi.
Milliyet Gazetesi’nin düzenlediği en sevilen erkek şarkıcılar anketinde 4. Olan Cem Karaca söylediği “Resimdeki Gözyaşları” ile Türkçe şarkılar arasında 3. Olur.
Ancak Cem Karaca’nın müzik felsefesi bu değildi. Bireye yönelik romantik parçalar yerine daha toplumsal, halkın dile getiremediği sıkıntılarını haykırmak istiyordu parçalarında. İşte bu nedenle zamanla Apaşlar grubuyla ters düştüler ve yollarını ayırdılar. Zira Mehmet Soyaslan grubunun politik söylemlere konu edilmesini istemiyordu.
Daha sonra Apaşlar Grubunun baş gitaristi Seyhan Karabay ile Kardaşlar grubunu kurdu. Grubun 1971 yılında çıkardığı Dadaloğlu / Kalender 45’liği çok beğenildi. O yıllarda Cem Karaca Bay Dadaloğlu lakabını aldı ve sol kesim Dadaloğlu ile özdeşleşti. Aynı yıl “Oy Gülüm oy” isimli bir başka protest 45’liğini çıkardı. Bu şarkılarla konser için Almanya’ya gittiği zaman Türkiye’de de 12 Mart 1971 darbesi gerçekleşiyordu. “Oy Gülüm Oy”, askerler tarafından toplatılmış Cem Karaca ve Kardaşlar grubu aranıyordu. Bu nedenle bir sure Almanya’da yaşayıp ardından Türkiye’ye geldi.
Dönemin ünlü gençlik ve müzik dergisi olan HEY, 1972 yılında Cem Karaca’yı 1971’in en iyi erkek sanatçısı seçmişti ve HEY’in turnesine bizzat katıldı. Seyhan Karabay ile içine düştüğü uyuşmazlıklar sonucu Kardaşlar grubundan ayrıldı.
Cem Karaca Anadolu Rock türünün öncü ve güçlü gruplarından Moğollar ile anlaşır ve tam da bu esnada iki grup arasında bir enteresan takas işlemi gerçekleşir. Moğollar ile anlaşmazlık yaşayan Ersen Dinleten, Kardaşlar grubuna katılır.
1972 yılının sonunda Milliyet Gazete’sinin yaptığı ankette Cem Karaca en iyi erkek şarkıcılar listesinde 2. Sırayı alırken en iyi yerli topluluk olarak da Moğollar taçlandırılacaktır.
1971 Askeri darbesinin toplum üzerindeki baskıcı etkisi hala yoğun bir şekilde hissedilirken Cem Karaca’nın sanat dili hala toplumsal hala sivriydi.
1974 yılının ilk günlerinde piyasaya sürülen “Namus Belası” performansıyla artık ülke çapında tanınmışlardı. Feministlerin parçayı farklı yorumlayarak tepki gösterdiği Namus Belası Cem Karaca’nın en büyük hiti olmuştu. Aslında tam da kadın yanında olduğunu göstermeye çalışıyordu Cem o parçada. Bu plak sonrası Cahit Berkay tüm çalışmalarını Fransa’da sürdürme kararı alınca Cem Karaca ‘da Moğollar ile yollarını ayırmaya karar verdi.
Gruplar değişse de Cem Karaca kendi bildiği yolda ilerliyordu. 1974 yılında yanına Taner Öngür’ü de alarak Dervişan grubunu kurdu. Sahnede gittikçe devleşen Cem Karaca 10binlere 20binlere konser vermeye başlamıştı. Dervişan grubuyla adeta sol kesimle bütünleşmiş “Yoksulluk Kader Olamaz” isimli 45’liği çıkaracaktı sert söylemlerinin devamında.
1975 yılı yine yeni bir unutulmaz parçasına tanık oluyordu. “Tamirci Çırağı” sınıfsal ayrılıkların nasıl derinleştiğini toplumun yüzüne yüzüne vurmuştu. Oldukça basit bir yaklaşımla vurgulamıştı işçi sınıfının pozisyonunu. Bu parçayı Cahit Berkay’a ilk dinlettiği zaman Cahit Berkay; “Cem, bu korkunç bir parça, yıkar ortalığı,” demişti. Gerçekten de yıktı geçti ortalığı ve “işçisin sen işçi kal” demişti sınıf atlamaya çalışan hayalperestlere. “Senin gücün sınıfından geliyor, farklı bir hayat istiyorsan diğer işçilerle birleşmelisin,” mesajı vermişti bu dev parçayla. Sahnedeki performansını tiyatrolaştıran Cem, Tamirci Çırağı’nı söylerken işçi tulumuyla çıkıyordu. Aslında bütün şarkıları toplumsal sosyal hikayelerden oluşuyordu ve bunu sahneye yansıtırken tiyatroda büyümüş olmanın da etkisiyle seyirciyi kolayca etkisi altına alıyordu.
1975’in sonlarına gelinciğinde “Mutlaka Yavrum/Kavga” adını vereceği 45’liği yayınlandı. 45’liğin ilk şarkısı Mutlaka Yavrum adlı parça, Filistin Kurtuluş Örgütü için hazırlanmıştı ve 2 farklı Türkçe düzenlemesinin dışında piyasaya sürülmemiş Arapça ve İngilizce olan versiyonları da mevcuttu.
Cem Karaca sert çizgisini sürdürmeye devam ediyordu. İhtarname Albümünü çıkardı. 1977 yılında bir gazete kupüründen yola çıkarak yazdığı Parka isimli şarkı başka hit oldu. Gazi bir dedenin emekli maaşıyla aldığı parkayı giyen torununun öldürülüşü anlatıyordu Parka isimli parçada. Cem Karaca’nın toplumsal yaklaşımı tamamen gerçek insanların gerçek hikâyelerine dayanıyordu. Namus uğruna karısını öldürenlerden, borç harç içinde yaşayan insanlara, siyasal çatışmalarda vurulan gençlere, madencilere, öğretmenlere uzanan geniş bir yelpazede toplumun aslında her bireyinde dokunuyordu büyük usta.
İlk Uzunçaları olan “Yoksulluk Kader Olamaz” 1977 yılında geldi. Bu arada 1976 yılında HEY dergisi tarafından bir defa daha en iyi erkek şarkıcı olarak seçildiği bildirildi. Sarper Özsan’ın yazdığı “1 Mayıs” marşını görkemli sesiyle söylediğinde yine büyük kitleleri etkilemeyi başarmıştı. 1977 yılının Aralık ayında çıkan bu albüm hakkında Cem Karaca hakkında dava açıldı ve plak toplatıldı. Böylece “1 Mayıs” 45’liği Cem Karaca Dervişan’ın son plağı olmuştu.
Taner Öngür
Taner Öngür dudaklarında buruk biraz da olmayacak bir olayı paylaşır gibi anlatıyordu eski dostuyla anılarından birini;
“Tamirci Çırağı, İşçi Marşı, 1 Mayıs, filan söylüyor, gazinoda. Şimdi gidiyoruz 1500 kişilik bir salon. Biz erken çıkıyoruz, Zeki Müren en son çıkıyor assolist diye. Salonun dörtte üçü şey dolu, hafif uzun saçlı, bıyıklı mıyıklı solcu gençlerle dolu,” derken gülümsemesi daha da artıyor. Ardından buruk neşesiyle ekliyor, “1 Mayıs çalıyor işte kahrolsun Amerika, kahrolsun faşizm gibi sloganlar falan atılıyor. Biz iniyoruz sahneden tabii salonun dörtte üçü gidiyor. Bir baktık ki Zeki Müren ertesi gün programı değiştirmiş. En son biz çıkmaya başladık.”
“1 Mayıs” oğlu Emrah’ın bir dönem hiç sevmediği şarkısı olmuştu. Çünkü babası en çok bu parça yüzünden yargılanıyor Emrah da babasından uzak büyüyordu. Bu da bir çocuğa yaşatılan dönemin hükûmet travmasıydı. Bu davada şarkıcı Cem Karaca, şarkının bestekârı Sarper Özsan ve plak şirketi sahibi Ali Avaz da suçlanıyordu. Cem Karaca, bu dönemde Avrupa turnesine başlamıştı. Dava başladıktan kısa bir süre sonra da babası Mehmet Karaca'yı kaybetti. Cem Karaca, babasının cenaze törenine sadece bu dava yüzünden katılamadı.
1978'de yeni bir grup kurdu. EDİRDAHAN, Türkiye'nin bir ucu Edirne’den diğer ucu Ardahan'a uzanıyordu grubun özü. Edirdahan ile kaydettiği ilk ve son teklisi Safinaz'ı yayınladı. Bu plak Türkiye'de daha önce hiç görülmemiş, 18 dakikalık bir rock operada Safinaz isimli bir kızın kötü yola düşüşünü anlatıyordu. Safinaz ailesiyle tek göz odada yaşayan bir kızdı. Yaşadığı zor hayattan kurtulmak istiyor ancak doğru çözümü bulamıyordu. Cem Karaca yine toplumdan yakaladığı bir konuyu tiyatrolaştırarak sunmuş ve bu defa, bir defa daha rock opera ile kendi çıtasını aşmıştı. Teklinin diğer şarkıları da Ahmed Arif ve Nazım Hikmet şiirlerinin besteleriydi.
Cem Karaca ve Kardaşlar
Edirdahan’ın da ömrü fazla uzun olmadı. Grup 1979 yılında dağıldı ve Cem Karaca yalnız çalışmaya başladı. Bu dönemde “kendimi istediğim gibi ifade etme özgürlüğüne sahip değilim,” diyerek Almanya’ya gitti. “Hasret” Albümünü yayınladı. Hasret’in çoğu Nazım Hikmet şiirlerinin bestelerinden oluşuyordu.
Yine Taner Öngür’ün anılarından birine gidelim Cem Karaca’nın hayatını anlattığı söyleşide. Bu anekdotta toplumun sorunlarını anlatan bunca bestesi olan usta sanatçının aynı toplum tarafından sokakta saldırıya uğraması derin bir ironiydi.
Taner Öngür’ün yüzünde o günün endişesini yaşayan bir ifade yerleşmişti. “En son benim bırakmam da öyle oldu,” diyordu Taner Öngür Dervişan’ın nasıl dağıldığını anlatırken. “Cem Karaca Dervişan’la Urfa’da sokakta saldırıya uğradık. Mevzu şu; Komünistler geldi camiyi yakacak.”
Aslında mevzu hep aynı kandırmacaydı. Cami yakarlardı! Bu ülkenin komünistleri, solcuları onların düşmanıydı.
Şöyle devam ediyordu Öngür; “Cem Karaca Dervişan grubu işi gücü bırakacak, konser vermek yerine gidip camiyi yakacak. Öyle saçmalık olur mu? Orada dolduruşa getirmişler gençleri, sokakta yürüyorduk, sopalarla zincirlerle saldırdılar. Sonra sinemaya ateş açıldı konser sırasında.” Son cümledeki acı gülüşü nasıl olağanüstü şeyler yaşadıklarını bize anlatmaya yetiyordu ne kadar saklamaya çalışsa da. Devamı daha hazindi. “Konser bitti, aletleri topladık, bilgi geldi. Urfa’ya gidecektik. Urfa yoluna pusu kurmuşlar, bizi indirip öldürecekler. O yıllardaki durum buydu,” diye bitiriyor Taner Öngür ama ‘durum’ ülkede bir türlü bitmiyordu. Yıllar boyu hep cami yakanları yakmakla geçecekti toplumsal yaklaşımların toplum içindeki düşmanları. Grup da bu tehditlerle ve gerçekleşen saldırılarla dağıtılmış oldu böylece.
Ve 12 Eylül 1980 tarihine gelindiğinde travması toplum üzerinden uzun süre silinmeyecek bir askeri darbe daha gerçekleşti. Türkiye, uzun yıllar sürecek bir korkutma, gözaltı, işkence ve idamlar dönemine girmişti. Sorgusuz sualsiz sayısız insan ve sanatçı, gazeteci, yazar işkence gördü karakollarda. Cem Karaca da birçok sanatçı gibi bu ortamdan nasibini aldı. Göze batan “1 Mayıs” şarkısı, albüm kapağı ve Almanya’da katıldığı bir konserde ülke yönetimi aleyhine konuştuğu iddiasıyla gıyabında yargılanıyordu. Cem Karaca bu dava hakkındaki şaşkınlığını şöyle dile getirmişti yıllar sonra kendisiyle yapılan bir söyleşide.
“Ben efendim Almanya’da Kızıl Ordu türünde bir ordu kuracakmışım, Türkiye’ye gelecekmişim ve askeriyenin iktidarını devirecekmişim. Allah Allah, ben neymiş be yav,” diyerek şaşkınlığını dile getirmişti.
12 Eylül Amerikancı askeri darbe sonrasında Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından Melike Demirağ, Selda Bağcan, Şanar Yurdatapan ve Sema Poyraz ile birlikte Cem Karaca da yurda çağrıldı. Kendilerine 13 Mart 1981'e kadar süre tanındı. Bonn'da yaşayan Cem Karaca, yurda dönmek için ek süre istedi. 15 Temmuz 1982'ye kadar Cem Karaca'nın süresi uzatıldı ancak Karaca, Türkiye'ye dönmeyeceğini belirtti ve süresi dolduktan sonra ise 6 Ocak 1983'te Yılmaz Güney ile aynı gün Türk vatandaşlığından çıkarıldı.
Almanya’da sürgün yıllarında nasıl yaşadığını neler yaptığını Türkiye’de neredeyse kimse bilmiyordu.
“Die Kanaken diye olağanüstü bir albüm yaptı,” diye anlatıyor Naim Dilmener Cem Karaca’nın Almanya sürgün yılları için. “Alman müzisyenlerle bizden sürgünde olan müzisyenlerle birlikte. Fakat o dönemi bizde yayınlanmadığı için, sürgün döneminde hiç bir şey yapmadı üretmedi zannedilir, hayır değil. Çok daha iyi şeyler bile yaptı. Biz sadece bilmiyoruz.”
Die Kanaken, hamamböceği demekti ve Almanya’da çalışan Türkleri aşağılamak için kullanılan bir lakaptı. Cem Karaca, Almanların Türklere ikinci sınıf vatandaş muamelesinden etkilenmiş oradaki çalışmalarında da bu fikirlere yer vermişti. Albümün bir parçası dışında kalanların hepsi Almancaydı. Alman oyun yazarları Henry Böseke ve Martin Burkert tarafından göçmen Türkler'in Almanya'da yaşadıkları zorlukları anlatan albüm sonradan bir tiyatro oyununa da çevrildi. Karaca, albüm yayınlandıktan sonra Alman televizyonlarında albümün adı olan Die Kanaken olarak sahne aldı ve albümü tanıttı.
Die Kanaken albümünün arka kapacığında kendisiyle ilgili şunlar yazılıydı.
“Cem Karaca ülkesi olan Türkiye’de bir rock yıldızı. Ülkesinde 50’ye yakın 45’lik, ve LP (uzunçalar) yayınlayan Karaca’nın parçalarının çoğu sosyal içerikli sözlere sahip. 1981 yılının Ocak ayında Federal Almanya’da bulunduğu sırada son albümü yüzünden ülkesinde aranmaya başladı. Bunun üzerine Karaca ülkesine geri dönmedi. Mallarına el konan şarkıcı 200 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve 1983 yılında Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Almanya’da bulunduğu sırada Nazım Hikmet’in şiirlerini seslendirmesiyle tanınan Karaca ilk olarak 1983 yılının başlarında Almanca sözlerle ve doğu batı sentezinden oluşan bir müzikle seyirci önüne çıktı. Amacı Türkiye’de olan biteni anlatmak değil, burada olup biteni anlatmak ve Alman-Türk ilişkilerini düzeltmeye çalışmak. Şarkıları yabancı düşmanlığı ve ırkçılıktan bahsediyor.”
“Memleket hasreti baskın çıkmasa belki de Almanya’nın en ünlü sanatçısı olacaktı,” diyen Taner Öngür, grupla birlikte Almanya içinde turnelere çıktığını televizyon programlarına katıldığını ve çok iyi Almancasıyla Almanları etkilediğini anlatır.
“Yanıyorum Türkiye’ye dönmek için,” diyen Cem Karaca, 1983 yılında askerlerin çekilmesi, göstermelik demokrasisiyle Turgut Özal’ın gelişini fırsat bilerek Mesut Yılmaz aracılığı ile Turgut Özal’ dan randevu alır ve Münih’te Dört Mevsim (Four Seasons Hotel) Otelinde Özal ile buluşur. Turgut Özal affetme yetkisinin olmadığını söyleyerek Türkiye’ye gelmesini ve yargılanmasını istemiştir. Turgut Özal’a göre şarkı söylemek suç! değildi. Ancak bu buluşma Cem Karaca’nın hayatında kötü izler bırakan dönüm noktası oldu. Birçokları onu dönek olmakla suçlamıştı ama o da yaptığı şarkıyla karşılık vermişti kendisini suçlayanlara. Vatan hasreti çekerek ülkeye dönmek döneklik olamazdı ve döndüm diyordu. Medyada bir kaç kişinin kullandığı bu malzeme epey bir zaman kullanıldı.
Sonunda 27 Haziran 1987 tarihinde Türkiye’ye geri dönmüş 7 yıllık hasreti bitmişti. Yeşilköy havalimanına onu karşılamaya gelen Müjdat Gezen vardı bir tek yanında. Oysa yalnızlık Yeşilköy’de de sürmüştü. Bunun da nedeni değişen ülke şartlarıydı. Başka bir kuşak vardı ülkede artık ve onu karşılamaya neredeyse kimse gelmemişti. Turgut Özal’la birlikte yerleşen tüketim toplumu alışkanlıkları müzikte de karşılığını buldu ve Aşkın Nur Yengi, Yonca Evcimik, Tarkan, Mustafa Sandal, Serdar Ortaç gibi apolitik sanatçılar türemiş toplumun büyük kesimi de onlara yönelmişti. Varsın kredi kartları borçla dolu olsun ama Ağustos Böceği misali eğlenceli şarkılar dinleyip eğleniyorduk o yıllarda.
Aynı yıl “Merhaba Gençler ve ‘Her Zaman Genç Kalanlar” albümünü çıkardı. Bu albüm o senenin en çok satan albümlerinden biri oldu. 1988'de bu albümü Töre takip etti. Bu albüm sonrası Cem Karaca, yasaklı olduğu TRT ekranlarına da çıkmaya başladı
Ancak Cem Karaca değişmemişti dönemin koşullarına rağmen. 1992 yılında Cahit Berkay ile birlikte Yiyin Efendiler’i çıkardı. İşte bu büyük bir vizyonerlikti ve 20, 30 sene sonrasının fotoğrafını çekmişti Cem Karaca müzik eleştirmeni Murat Beşer’e göre. Aynı albümde bulunan “Döndüm işte oh be!” şarkısı kendisine dönek diyenlere cevabı olmuştu.
Herkes gibi olmayan Cem Karaca 1992 yılında çıkardığı “Nerde Kalmıştık” albümündeki “Rap diye rap rap” parçasında darbe yapan askerlere ve liberal ekonomik politikalara eleştiri getiriyordu.
Son albümü ise 1999 yılında yaptığı “Bindik Bir Alamete” oldu. Ülke gidişatının hiç de iyi olmadığını ifade harika bir tekerlemeydi. Aynı yılın henüz başında Barış Manço hayatını kaybedince efsanevi grup Kurtalan Ekspres vokalsiz kalmıştı. 2000’li yılların başında Cem Karaca Kurtalan Ekspres’le bir araya gelerek konserler verdi.
Son olarak Yol Arkadaşları isimli grubuyla sahne aldı Cem Karaca.
2004 yılında soğuk bir Şubat sabahında solunum ve kalp yetmezliği nedeniyle kaldırıldığı Bakırköy Acıbadem Hastanesi’nde hayata gözlerini yumdu. Bakırköy’de dünyaya gelmiş, 58 yıllık yaşamına çok şey sığdırmış ve yine Bakırköy’de göçmüştü bu dünyadan ardında derin bir iz bırakarak.
“Bir gün türkülerim dinlenmezse o zaman eyvah,” demişti. Benim fikrimi soracak olursanız onun şarkılarının türkülerinin dinlenmediği gün hiç olmayacak.
Karaca Ahmet mezarlığında babasının yanına defnedilirken yalnız değildi. Büyük bir kalabalık eşlik etmişti cenazesine. Onu anlamadan eleştirenler suçlayanlar aynı görüşü paylaşmayanlar bile Cem’in son yolculuğunda oradaydılar. Erkin Koray, Edip Akbayram, Cahit Berkay, Kayahan, Haluk Levent, Kenan Işık, Erol Büyükburç, Berkant, Sezen Cumhur Önal, İskender Doğan, Nejat Yavaşoğulları, Ahmet Güvenç, Muhsin Yazıcıoğlu, Mustafa Sarıgül, gibi önemli isimlerle birlikte kalabalık bir hayran kitlesi katılmıştı cenaze törenine.
“Türk müziği ne kaybetti derseniz, bence şiddetini kaybetmiş olabilir ne bileyim o gürlüğünü belki açık sözlülüğünü kaybetmiş olabilir,” diyen oğlu Emrah Karaca o noktada doğruyu söylüyordu. Artık hiç kimse onun gibi içimizden birinin yaşadığı dramı ya da bir sorunu alıp senaryolaştırdıktan sonra bize bir tiyatro sahnesi izler gibi söylemeyecekti tıpkı bir Tamirci Çırağı’nda, Parka’da, Kahya Yahya’da, Safinaz’da ve hatta diğer birçoklarında olduğu gibi. Hiç kimse aynı dik duruşla aynı keskinlikle ve görkemli bir sesle çıkmayacak belki karşımıza…
Onun gidişinin ardından yıllar sonra konuşan Müjdat Gezen, “Çok üzüldümdü, Cem’i hiç kaybetmeyecekmişiz gibi gelmişti,” diyordu üzüntü içinde.
“Çok acıdır ama hala hatırası içimdedir her zaman da kalacak.” diyen Mehmet Soyaslan’ın sesindeki burukluğu fark etmemek imkansız.
Evet, Cem Karaca’nın hatıralarıyla ve bıraktığı eserleriyle sonsuza dek yaşayacağı aşikar. Ancak ne anlatmak istediğini anlarsak belki görmemizi istediği toplumsal yaraların çözümlerini de bulmuş oluruz.
Ölümünden önce kaydettiği son şarkıları ancak ölümünden sonra yayınlandı. "Hayvan Terli" şarkısı ilk ortaya çıkan single (tekli) oldu. Sözleri ve bestesi Mehmet Eryılmaz'a ait olan bu şarkıya, Karaca'nın bir bar programında bu şarkıyı söylediği sırada çekilen görüntüleri üzerine klip yapıldı. Mayıs 2005 tarihinde, ölümünden 10 gün önce (2004) Mahsun Kırmızıgül ile kaydettiği 'Hayat Ne Garip?' isimli parça Kırmızıgül'ün Sarı Sarı albümünde yayınlandı. Karaca ve Kırmızıgül'ün stüdyodaki görüntülerinden oluşan bir klip yayınlandı. Haziran 2005'te ise Murathan Mungan'ın sözlerini yazdığı şarkıların yeni yorumlarından oluşan 'Söz Vermiş Şarkılar' albümünde Yeni Türkü'nün 'Göç Yolları' eserini yorumladı.
2005 yılında yayınlanan Mutlaka Yavrum isimli albümdeki Cem Karaca şarkılarını Yavuz Bingöl, Edip Akbayram, Manga, Teoman, Volkan Konak, Haluk Levent, Suavi, Deniz Seki, Ayhan Yener ve Tuğrul Arseven yorumlamıştır. Bu albüm daha önce yayınlanmamış İngilizce bir Cem Karaca şarkısı da içeriyordu. Ölümünün 6. yılında Beyaz Show'da daha önce kaydedip yayınlamadığı 'Karagözlüm' adlı şarkı ilk kez o zaman gün yüzüne çıkmıştır.
Cem Karaca’nın Özel Yaşamı
22 Aralık 1965 : Tiyatro sanatçısı Semra Özgür ile evlendi. Bu evlilik kısa sürede bitti.
Ekim 1968 : Tiyatro sanatçısı Meriç Başaran ile evlendi. İki yıl sürdü.
21 Ağustos 1972 : Feride Balkan ile evlendi. 1976 yılında oğulları Emrah dünyaya geldi. Almanya sürgününde boşandı.
5 Temmuz 1993 : Semra Özgür ile tekrar evlendi.
Beşinci ve son evliliğini İlkim Erkan ile yaptı.
Cem Karaca’nın Rol Aldığı Filmler
1970 – Kralların Öfkesi
1998 – Kahpe Bizans
2001 – Avcı (TV Dizisi)
2001 – Yeni Hayat
TV Gösteri Programları
1994 TRT Raptiye Program sunuculuğu
1995 Flash TV Cem Karaca Show
1996 Flash TV Efendime Söyleyeyim
Levent Aslan
Kaynaklar:
Haber Türk Başrol Programı
Cem Karaca Babası Kim? Cem Karaca Annesi Kim? (9og.org)
Yorum Yap