URARTU ALTINLARI MIYDI NUH'UN GEMİSİNDE SAKLANAN?
Marco Polo, İbni Batuta, Evliya Çelebi, Yazar Puşkin, Cevdet Sunay, Yaşar Kemal, Ümit Deniz ve Ara Güler de geminin peşinde dağa tırmananlar arasındaydılar.
Tufan Efsanesini herkes bildiği için tekrar anlatmaya gerek yok. Yazının amacı bilmediklerimizi anlamak anlatmak ve konuyu ilginç yönlere çekmek. Tufan olayı gerçek olabilir mi? Tufan yerel midir yoksa gezegeni mi etkilemiştir. Nuh Peygamber kimdir? Tufan ne zaman oldu? Nuh’un Gemisi, Tufandan sonra hangi dağın tepesine oturdu? Bu dağ Ağrı mı yoksa Cudi miydi? Yüzyıllardır Ağrı’ya tırmanıp Nuh’un Gemisi’ni bulmaya çalışan insanlar gerçekte neyin peşindeydiler? Bu sorulara yanıt arıyoruz…
Tufan, Nuh Peygamber ve Gemi efsanesine yaklaşırken, öncelikle dinsel kaynaklara hatta kutsal kitaplara bakmak gerekiyor. Kuranı Kerim birçok ayette bu olaydan uzun uzun söz etmekte. Ancak nasıl? Birkaç tefsiri birlikte karşılaştıralım.
Ahmet Halit Kitabevi – Tefsir. Ömer Rıza Doğrul 1947 Baskısı, “Tanrı Buyruğu” adlı kuran tefsirinden alıntı; Sayfa 364 Hud Suresi Ayet 40:
Vadiden su kaynadıktan sonra Tufan başladı-Nuh, her şeyden yanına aldı- Gemiye ailesi, iman edenler bindiler ve Gemi Cudi Dağı’na oturdu.
Diyanet İşleri Başkanlığı: Kuranı Kerim 1983 Baskısı Sayfa 225. Hud Suresi-Ayet 40: Tandırdan sular kaynadıktan sonra Tufan başladı-Nuh, her cins çift canlı aldı. Gemiye ailesi, inananlar bindiler ve Cudi Dağı’na oturdu.
Remzi Kitabevi-Tefsir Abdülbaki Gölpınarlı 1965 baskısından Sayfa 256 Hud Suresi Ayet 40: Tandırın altında su kaynadıktan sonra Tufan başladı – Nuh her mahlûktan birer çift aldı. Gemiye ailesi, inananlar bindiler ve Gemi Cudi Dağına oturdu.
İnsan Yayınları - Tefsir El Mevdudi-Tefhimul Kuran Sayfa 368 – Hud Suresi –Ayet 40: Tennur feveran etti ve tandır kaynayınca Tufan başladı-Nuh, ikişer çift can aldı- Gemiye ailesi ve iman edenler bindiler ve Cudi Dağı’na oturdu. Tefsire göre, Tufan tennurun feveranıyla başladı, sağanaklar yerden kaynadı. Gök ve yer açıldı, tennur suyu kaynattı, öyleyse Gemi buharla çalışmaktadır. Müminun Suresi Ayet 27’ye göre yapılan başka tefsirlerde tennur yeryüzüdür veya Fare’t tennur şafak atışı yani ‘tanyeri’ dir. Suyun kaynaması yani göğün şafakta kızıllaşması olabilir.
Eren Yayınları – Tefsir İsmail Hakkı İzmirli - Kuranı Kerim Sayfa 227 Hud Suresi Ayet 40: Ferman gelip yeryüzü kaynayınca Tufan başladı – Nuh her hayvandan birer çift aldı- Gemiye ailesi ve inananlar bindiler ve Cudi Dağına oturdu.
Bir de Tevrat’a göz atalım.
“Artık bir daha Tufan olmayacak…”
Kitabı Mukaddes Şirketi – Kitabı Mukaddes/Eski ve Yeni Ahit – Tekvin Bab 7 – Nuh her temiz hayvandan bir erkek yedi dişi temiz olmayanlardan birer çift kuşlardan yedişer çift aldı – Tufan Şubat 17’de başladı. 40 gün yağmur yağdı ve sular yükseldi, sonunda gemi yüzdü. Suların yükselmesi 150 gün sürdü. – Temmuz 17’de Gemi Ararat Dağı’na oturdu. Bir yıl sonra Şubat 17’de sular alçaldı, kara göründü – Tanrı, “… gökteki bulutlarda yay şekli olacaktır ve ahit verdim, artık bir daha Tufan olmayacak” dedi.
Kutsal kitaplardan sonra Tufan efsanelerinde; En başta Gılgamış Destanı geliyor.
Hürriyet Yayınları - Gılgamış Destanı 1973 baskısı. İnsanların gürültü ve kargaşasından, Tanrılar rahatsız oldular ve Tufan’la insanları yok etmeye karar verdiler ancak Tanrı, Eon Utnapiştim’e (Nuh) rüyasında kararı duyurarak bir gemi yapmasını söyledi. Unapiştim canlıların tohumunu aldı, eni boyu eşit olan 7 güverteli 9’ar bölmeli bir gemi yaptı. Geminin kaptanı vardı ve gemi denize indirildi. Gemiye ailesi, akrabaları ve zanaatçılar bindiler. Unapiştim altınlarını da yanına aldı. Gemide başdümenci vardı ve Tufan’dan sonra Nisir Dağı’na oturdu ve sonra adak kokusuna gelen Yokedici Tanrı Enlil, Utnapiştim’in ve karısının elini tutarak ölümsüz yaptı.
Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları – Gılgamış Destanı 1944 Baskısı – Geminin omurgası 3528 metre, küpeştesi 3 metreydi. Gemiye Utnapiştim'in soyu sopu ve kavmi bindi. Yanına altın ve gümüşlerini aldı. Tufan başlayınca Tanrıların saçtığı şua göğü kızıla boyadı ve Gemi sular çekilince Nissir Dağı’na oturdu. Dağ Irak İran sınırındaydı. Süryanice Tevrat’ta dağın adı Kardo idi. Tanrı Enlil Utnapiştim ve karısının elini tuttu ve altınlarını elledi böylece onları Tanrı yaptı.
Gemi Hangi Dağda?
Tufanla ilgili temel kaynak olan din kitapları ve en önemli efsane olan Gılgamış Destanı Tufan’ı böyle anlatıyor. Görüldüğü gibi tefsirler arasında farklar vardır. Tufan’ın başlangıcı ne ile olmuştur? Ama en ilginci Mevdudi’nin tefsirinde “tandır kaynadı ve Gemi hareket etti” denmesidir. Yani bir buharlı geminin ima edilmesidir ama Nuh döneminde buharlı gemi nasıl olabilirdi? Tefsir farklılıkları, Tevrat’taki Tufan’ın daha farklı ve ayrıntılı olması ve Gılgamış Destanı’nındaki Tufan anlatımı çok farklıdır. Acaba gerçek çok daha uzaklarda olabilir mi? Ama önce Tufan sözcüğü bize neler düşündürüyor ona bakalım. Çok eski bir sözcük ve tüm dünya dillerini etkilemiş. İngilizce taifun, Fransızca typhon, Çince tai-fung ve bunlardan üreyen tayfa sözcüğü gibi…
Sözcük bağlantılarına bir diğer örnek Tevrat’tan gelir. Kitaba göre gemi Gofer ağacından yapılmıştır. Buna Goffer’de denir ve İngilizce’de “coffin” sözcüğü tabut demektir. Bazı söylencelere göre Nuh gemisine Hz. Adem’in tabutunu almıştır ve bağlantı buradan gelir. Bütün bunlardan anlaşılır ki mistik metinler ve çevrelerinde oluşan söylenceler karmaşık ve bazen de tutarsız olabilirler. Ama kesin olan tek şey bir Tufan olayının olduğudur. Soru nerede ve ne çapta olduğudur…
Nuh’un Gemisi’nin gerçek olup olmadığı tartışması çok uzun yıllardan beri sürmekte tabii karşıt görüşleriyle birlikte…
Eğer Tevrat’ta verilen ölçüler doğruysa Nuh’un Gemisi çok büyüktür. Günümüz ölçüleriyle geminin 45 ile 66 bin ton civarındadır. Yani en üst düzeyde bir olasılıkla Nuh’un Gemisi Titanik kadardır. Ancak Babil dönemi Tufan yazıtlarındaki ölçüler göz önüne alındığında 228000 Tonluk bir gemi ortaya çıkar ki, günümüzde dahi yapılması kolay değildir.
Bir başka hesap daha var; Eğer bilinen kara hayvanlarından birer çifti Titanik çapında bir gemiye koyar ve kuşlarla böcekleri de eklersek geminin ancak yarısını doldurabiliriz. Öyleyse Nuh’un Gemisi’nin yarısının neden boş olduğu sorusu akla gelir. Bu cevap belirsiz gibidir. Tevrat’a göre uzunluğu 136 m eni 22,5 m yüksekliği 13,5 m ve 3 katlıdır, bir sandığa benzer. Ve hemen akla efsanelerdeki öteki sandıklar gelir. Musa’nın Ahit Sandığı – Utnapiştim’in sandıktan çıkması ve Roma’yı kuran Romus ve Romülüs’ün sandıkla nehre atılmaları gibi. Geçmişte bir yerlerde gizemli bir sandık anısı saklıdır ve akla ister istemez Daniken gelir. Tufan’dan ve Nuh’un gemisinden kalan gelenekler hala sürüyor. Örneğin aşure gibi, gemiden çıkıp dağda kalanlar tanrılar veya gemidekiler için burası belirsizdir, kalan tüm erzağı karıştırırlar ve yemek yaparlar. İşte bu aşuredir ve yapım tarihi 10 Muharrem’dir. Sonra Nevruz geleneği gelir o da tufandan sonraki ilk yeni gün ve doğanın yeşermesidir.
Üç Büyük Gezgin Ne Diyor?
Nuh’un Gemisi’nin Cudi Dağı’na oturduğu tüm kaynaklarda belirtilirken neden Ararat yani Ağrı Dağı’nın önem kazandığını kronolojik bir çizgide olayları yaşayarak izleyelim. Tarih boyunca Nuh’un Gemisi ve Ağrı Dağı arasındaki ilişkiyi anlatan neredeyse sayısız gezgin ve araştırmacı olduğu görülür. Bunların ilki belki de ünlü gezgin Marco Polo’dur ve dünyaca ünlü geziler kitabında, Baris veya Olimpos Dağı’ndan söz eder. Nuh’un Gemi’si oradadır. Olimpos adı ancak kutsal dağlara verilen bir addır, öyleyse Ağrı’da kutsaldır ama nasıl? Başka büyük bir gezgin olan Fas'lı İbn-i Batuta, Gemi’nin Cudi Dağı’nda bulunduğunu ve Cizre’de dağı gördüğünü yazar. Yine bir diğer ölümsüz gezgin olan “Seyahatname” yazarı Evliya Çelebi de Gemi’nin Cudi Dağı’nda bulunduğundan söz etmektedir. Tüm bu dünyaca ünlü gezginler, duyduklarını yazmışlar ve nakletmişlerdir. Birçok araştırmacı onlardan ve sonrakilerden esinlenerek Ağrı Dağı’nın yolunu tuttular. Gelin şimdi bu şaşırtıcı öyküyü görelim.
Çar II. Nicholas ve Cevdet Sunay
1670 yılında Hollandalı gezgin olan Jan Struys Ağrı’da bir keşiş görür. Keşiş gemiyi görmüş ve içine binmiştir. Gezgine geminin tahtasından yapılmış bir haç hediye eder. Fransız Tavarnier 1600 ortalarında Ağrı’da Gemi’den söz edildiğini yazar. Dünyaca ünlü Rus edebiyatçısı Alexandre Puşkin 1800 başlarında Erzurum yolculuğunu anlatırken Ararat - Ağrı Dağı’ndan Nuh’un Gemi’sinin olduğu yer olarak söz eder. 1829’da Alman Prof Parrot, yine aynı bilgiyi verir. 1833’de bir çobanın bulduğu tahta parçasının Gemi’ye ait olduğu anlatılmıştır. Bir yıl sonra 1834’de Rus Spaski Ağrı’dan 1838’de ünlü Prusyalı General Von Moltke, Cudi’den Nuh’un Gemisi’nin dağı olarak bahsederken Alman Joe Abich ve İngiliz Seymour, 1850’de Rus coğrafyacı Khanikoff ve İngiliz Stuart, Gemi’yi bulmak için Ağrı Dağı’na çıkmıştır. Aynı yıllarda İngiliz dağcı Lord Bryce Ağrı’da bir tahta parçası bulur ve Nasturi Rahip Nouri gemiyi görür, yardım arar ama başaramadan ölür.
1888, 1889, 1890, 1892 ve 1893’te çeşitli gruplar Ağrı’ya çıkarlar ve 20.yüzyıla gelinir.
1916’ya gelindiğinde Rus Pilot Roskowitzki sahneye çıkmış ve uçaktan resimler çekmiştir. Fotoğraflarda gemi şeklinde bir görüntü vardır. Çar II. Nicholas’a sunar bu resimleri. Çar fotoğraflarla çok ilgilenir ancak Ekim Rus Devrim’iyle devrilince konu unutulur.
1936’da Yeni Zelandalı dağcı Knight dağda tahta parçaları bulur. O yıllardan sonra Türk gruplar da dağa çıkmaya başlar. 1937’de Binbaşı olan sonradan Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, 65 kişilik bir grupla dağa çıkar.
1948’de Reşid ve Şükrü Arsena Gemi’yi gördüklerini söylerler ama bu yalana kanan Fransız Jean de Ringauer başarısız kalır. 1949’da Amerikalı, Profesör J. Smith bir iz bulamaz.
Dünyayı Heyecanlandıran Fotoğraf
1952 Ağustos’unda Fransız Ferdinand Navarra Ağrı’da 5000 metreye çıkar. Grupta yazar Yaşar Kemal de gazeteci olarak vardır. Bir şey bulunamaz. Yaşar Kemal alay ederek Fransızların film çekip para kazanma peşinde olduklarını yazar. Ancak Navarra pes etmez. 1953 ve 1955 yıllarında tekrar gelir. 1955 yılında 1,5 metrelik bir tahta parçası bulur. İspanya ve Fransa’da birileri tahtanın yaşı için 4 veya 5 bin yaşında der ancak İngiliz bilim insanları tahta MÖ 700’den kalmadır ve Tufan o kadar yeni değildir. Bu arada 1955 çıkışı sonrasında Navarra yaşadıklarını anlatır. (Kaynak: Acta Geographica “L’Expedition au Mont Ararat” adlı yazı.)
“14 Ağustos 1955 tarihinde çok zor koşullardan sonra 5000 metreye ulaştık. Bulunduğumuz yerde baca gibi aşağı inen bir derinlik vardı. Oğlum Raphael’in beline ip bağlayıp aşağı sarkıttım. Sonra ben de askerlerin yardımıyla indim. Uzaktan gemiye benzeyen görüntünün yanına inince hayal kırıklığına uğradım. Oğlum heyecanla gemiden bir parça koparmamı söyledi. Ona yanıldığını söyleyerek bunun buzullarla gelen pislikler olduğunu gösterdim. Ama Raphael, altını kazıp bakmamı söyledi. Bu hiç aklıma gelmemişti. Yarım saat uğraşarak 20 cm derinliğinde 0,5 m2 lik bir çukur açtım. Bir buz tabakasıyla karşılaştım ve kırdım. Altında su ve içinde kapkara görünen tahta bir kiriş ucu görünmüştü. Elimle dokundum, gerçekten bir tahtaydı. İnsan eliyle şekillendirilmiş bir tahtaydı bu. Deliği daha fazla büyütemedim, araç gerekiyordu bunun için. Sonuçta uzun çabalardan sonra 1,5 metrelik bir parça kesebildim. Su, bu tahtada hiçbir etki bırakmamıştı.”
Navarra’nın anlattıkları Avrupa’da ses getirir ancak gezgin daha öteye gidemez.
Gemi Yerine Doğal Oluşum Çıkıyor
1958’de ABD’de bir bilimci John Libi Ağrı yoluna düşer. Ekipte iki tanınmış gazeteci Ümit Deniz ve Ara Güler de vardır. Libi bir ara kaybolur sonra bulunur, aksilikler birbirini izler. 5000 metreden dönüş yapılır. Libi hastalanır, Ankara’da otelinden kaybolur, elçilik kendisini bulamaz. Olay kapanır. 11 Eylül 1959 Harita Binbaşısı İlhan Durupınar bölge fotoğrafları çekerken, tam bir gemi biçiminde inanılmaz bir görüntü yakalar. Harita Genel Müdürlüğü’ne göre, fotogrametrik haritalarda gemi şeklinde bir kalıntı vardır. Resim, stereoplanigraf ile büyütülür ve boyunun 150 m olduğu anlaşılır. Fotoğraf ABD Ohio Üniversitesi’nden Profesör Arthur Branderburger’e gönderilir ve Profesör onay verir. Durupınar o dönemde Hayat Dergisi’nde poster gibi verilen fotoğraftan sonra yapılan söyleşide; “…bu bir gemi enkazı, ama binlerce yıllık bir gemi aynen kalacak değil. Artık bir taş yığınıdır. Ben Nuh ve Gemisi efsanesine kulaktan dolmayım. 11 Eyül 1959 Günü Doğu Beyazıt civarında harita gözlemi yaparken bu şekli gözledim. Bence lavlar önceden burada olan bir şekle göre akarak donmuşlar. Aynen Pompei’de olduğu gibi, taşlaşmış insanların yüz ifadeleri dahi duruyordu." dedi.
1960’ta Prof. Branderburger ve Washington Arkeolojik Araştırma Enstitüsü’nden George Vandeman gelerek Binbaşı Durupınar’la beraber dağa çıkarlar. Ölçüler ve resimdeki görüntü doğrudur ama gemi yoktur. Grup ikiye ayrılır. Bir grup inanırken diğer grup bu oluşumun doğal olduğuna inanır. Kazılar sürdürülmeli denir ama arkası gelmez.
Moskova Şikayet Ediyor
1968’de dağcı Alp Turhan Selçuk, 146 kişiyle dağa çıkar ama eli boş döner.
Her ne hikmetse 1969 yılında Navarra yine gelir ve bu defa beş adet tahta bulur. Fransız’a göre 900000 m3 buzun altında Gemi vardır.
1958’de Ankara’da kaybolan Libi ise 1969’da tekrar ortaya çıkar. Bu defa fosiller bulur ama bir işe yaramaz. Tekrar geleceğini söyleyen Libi 1971 yılında hayatını kaybeder.
1972’de Alman araştırmacı Friedrich Bender bu kez Cudi Dağı’nda 6000 yıllık katranlı tahtalar bulur. Cudi Şırnak’a sadece 17 km uzaklıktadır ve bölge Tufan ve Nuh’la ilgili inanç ve söylencelerle doludur. Dağdaki Seksenler Köyü inanca göre, Gemi’deki seksen kişinin kurduğu köydür. Dağda kabartmalar ve Senherib kitabeleri bulunmaktadır.
1973 yılında Prof. J. Montgomery yine sonuçsuz bir çıkışı Ağrı’ya yapar. 1974’te Ağrı, devlet tarafından yasak bölge ilan edilir ve çıkışlar yasaklanır. Bir görüşe göre, Ağrı ve Nuh’un Gemisi olayının ardında Ermeni sömürüsü vardır. Bu arada Moskova’nın resmi yayın organı Pravda Gazetesi, ABD’nin Ağrı’ya casusluk için çıktığını yazar. Çıkışların arkasında CIA vardır. Siyasi bir kriz ortaya çıkar. Devlet yasağı daha da sıkılaşır. Bu şartlar altında Astronot James Irwin ortaya çıkar ama o yıl (1974) izin alamadan memleketine geri döner. Irwin, 1977’de tekrar gelir fakat yine izin alamaz. Irwin çabalarının karşılığını beş yıl sonra alacaktır çünkü ülke Amerkan menşeli olduğu bilinen bir askeri darbe yaşar. Meşhur 12 Eylül 1980 darbesiyle James Irwin izni bizzat dönemin Devlet Başkanı Kenan Evren’den alır. Kenan Evren’i ise hatırlatmaya gerek var mı bilmiyorum ama CIA Türkiye Şefi olan Paul Hanze’nin, Başkan Carter’a darbeyi aktarırken “Bizim çocuklar başardı.” cümlesindeki çocuklardan biridir.
Yukarıdaki fotoğrafta Hawai'de topraktan örnek toplama denemeleri yapan James Irwin dönemin popüler dergilerinden olan Hayat'a röportaj verirken 1982’de şöyle diyordu;
“Ben Ay’a indim ve Ay üzerinde yürüdüm. Ay toprağından örnekler getirdim ama hiçbirisi Ağrı’da bulacağım bir parça kadar önemli gelmiyor. 26 Temmuz 1971 tarihinde Apollo 15’te iki arkadaşımla beraber Ay’a doğru yola çıkmıştık. Hazırlık ve kalkış şokunu atlattıktan sonra yörüngeye oturduk. Heyecandan bitkin düşmüştük. Arkadaşlarım uyuya kaldılar. Kendimi yitirmiş gibiydim. Sanki kendimin dışında gibiydim. ‘Yüce Ruh’a yakındım artık. Birden ileriye doğru fırladığımı sandım ama bir şey olmamıştı. Arkadaşlarım hala uyuyordu ve her şey yolundaydı. Birden kapsülün penceresinden çok parlak bir ışık gördüm. Böyle bir ışık hiç görmemiştim. Pembe, mor, sarı, yeşil tüm renkler vardı içinde. ‘İşte O’ diye düşündüm. Sonra ışık kayarak uzaklaştı. Birden kendimin boşlukta olduğumu fark ettim. Bedenimin dışındaydım ve süzülerek araca ve karşımda gördüğüm kendi bedenime döndüm. Üç gün geçti ve aya iniş yaptık. İlk inen bendim ve çok heyecanlıydım. Başım çatlarcasına ağrıyordu. Houston ile konuşmam gerekiyordu ama cihazımı çalıştıramadım. Çaresizlik ve acı içindeydim ama birden rahatladım. Başımın ağrısı durmuştu. Birden uzayda gördüğüm ışığı yine gördüm. Daha parlak ve göz alıcıydı. Ve yine O’nu görüyordum. Hz. İsa’ydı. Çok güzel ve güven vericiydi. Kafamda konuştuğunu hissediyordum. ‘Neden mi seni seçtik? Tek sen değilsin, onlardan birisin. Dünyada senin gibi birbirini tanımayan başkaları da var. Dünyanın gözü senin üzerinde, tanınmamış birini seçseydik inandırıcı olmazdı.’ Birden kayboldu ve aynı anda Houston’un sesini duydum.”
Irwin böyle demişti. İnancına göre Nuh’un Gemisi’ni bulmak onun için bir görevdi. Röportajı yapan muhabirin sonraki sorusu önemliydi.
“Ay’a giden astronotların ruhsal yapılarında bozuklukların ortaya çıktığı, sizin de böyle olduğunuz söyleniyor.”
“Yalan. Ülkenize üç defa geldim. Günlerce kaldım, konferanslar verdim. Devlet başkanınızla görüştüm. 29 Eylül’de ABD’de 150 milyon kişiye televizyonda konuştum. Burası dünyanın en çok ilgi uyandıran yeri. Neden yararlanmıyorsunuz? Yüzlerce kişi ve kuruluş milyonlarca dolar yatırmak için bekliyorlar. Bence Nuh’un Gemisi’nin bulunması çağın en önemli olaydır.”
Ortaya Kasım Gülek Çıkıyor
Irwin, 11 Kişilik bir grupla gelmişti ve karısı sekreterliğini yapıyordu. Tam 14 kez Ağrı’ya çıkan Yüksek Uçuş Vakfı kurucularından Earl Cummings de ekipteydi. 3000 m yükseklikteki gölden sonra yola devam edildi. Ellerinde bir mektup vardı. Bu mektup vakfa gelen binlerce mektuptan biriydi. Mektuptaki tarife göre kayaların birinde ayağında kılış tutan bir kuş kabartması göreceklerdi ama bulamadılar. Devam ettiler. 4000 metreye geldiklerinde gemi benzeri bir şey bulamadılar. Moralleri bozularak kampa geri döndüler. Aralarında daha önce dağa çıkan Bob Staplich de vardı ve gemiyi daha önce gördüğüne inanıyordu. Ne var ki tarif ettiği yer 1955 yılında suyun içinde gemiyi gördüğünü anlatan Navarra’nın tarif ettiği yerdi. Ancak orası dağın en tehlikeli tarafında bulunuyordu. Ekipte bulunan Türk dağcı Yücel Dönmez ise bu konuda çok fazla iddianın olduğunu ama kimsenin gemi görmediğini ve gördüm diyen herkesin yalancı olduğunu söylüyordu. Ve sonra Bob, daha önce gördüğünü söylediği yeri bulamadı.
Ertesi gün Irwin, tek başına yürüyüşe çıktığında düştü ve ancak otuz saat sonra bulundu. Hastaneye ulaştırıldıktan sonra Türkiye’den ayrıldı. Ama 1983’te geri geldi. Hatta 1984’te de. Bu kez Irwin “Bulduk.” dedi. Ne bulmuştu? Elinde bazı taş ve toprak kütleleri vardı. Yetkililer incelemek isterken tüm örnekler ortadan kayboldu. Ne oluyordu? Nuh’un Gemisi’ni aramanın ardında ne vardı? Derken umulmadık bir isim ortaya çıktı. Eski CHP’li milletvekili Kasım Gülek. Irwin yardımcısı Steffins ve Kasım Gülek’in ABD’ye gittikleri haberi duyuldu. Bu arada Kasım Gülek için ayrı yazı yazılması gerektiğini belirterek Gazeteci Oktay Ekşi’nin köşesinden verdiği tepkiye geçelim.
“Her sene neler oluyor? Kim bu misyonerler?”
Ancak kimseden bir cevap gelmedi. Yönetimde bulunanların her zamanki duyarsızlıklarını hatırlatıyordu sorular karşısındaki bu sağır edici sessizlik.
Çetin Emeç: “Ağrı Dağı’nda Urartuların altın ocakları var”
1984’te yine ABD’den Dr. Willis kendi ekibiyle ve yanında “The Arc of Ararat” kitabının yazarı John Morris ile gelip soluğu Ağrı’da aldılar. Bu arada ünlü arkeolog Ekrem Akurgal BBC’ye yaptığı açıklamada “... bu işte bir yanlışlık var. Eğer Tufan gerçekse, sular 1500 metre yükselemez. Böyle bir jeolojik bulgu yok, hem neden biz incelemedik.” diyordu. 1986 yılı 31 Ağustos’ta, Hürriyet Gazetesi Irwin’in casus olup olmadığını yazdı. 16 Ekim’de başbakanlığa rapor verildiği söylendi ama içeriği açıklanmadı. Irwin’e iki defa hayır denmiş ancak 12 Eylül darbesiyle yönetimi ele alan Kenan Evren neden bu izni vermişti? Bütün bu sorular her zamanki gibi cevapsız kalıyordu.
Şimdi biraz geriye dönelim, 1978 yılına. O dönemde Hürgün’ün çıkardığı “Yıllar Boyu” adlı yakın tarih dergisinin başında gelecekteki Hürriyet’in Genel Yayın yönetmeni ve basın şehidi Çetin Emeç vardır. 7 Ekim 1978 tarihli derginin başyazısında Emeç şöyle soruyordu.
“İddia ediyoruz. Ağrı Dağı’nda altın var. Urartular günümüzden 2270 yıl önce Ağrı’dan altın çıkarıyorlardı. Bu gün Sovyetler Birliği’nin dağın kendi tarafında kalan kısmında açtıkları maden ocaklarından çıkardıkları gibi… Biz istifimizi bozmuyoruz hem de Sovyetler’in açtığı tünellerin sınırımızı aşıp aşmadığını merak bile. Yazımızı MTAE ithaf ediyoruz.”
Yazının etkisi olmadı ve sonucu değişmedi. Kim bilir belki yeniden gizlice yeni yasaklar kondu. İşte 1977 sonrasında Irwin’in gelip de izin alamadığı dönem aslında bu dönemdi. Irwin’den sonra medyatik bir hareket olmadı veya oldu da duyulmadı. Yani olan biten basına duyurulmadı. Sonrasında bölgede PKK ve ardından gelen bitmeyen bir savaş vardı.
Sonuç olarak gemi Ağrı Dağı’nda olamaz. Jeolojide böyle bir tufanın izleri yoktur. Bir Babil sel baskını Tevrat’ta geçmiş olabilir mi? Aslında dağ da belli değildir. Ağrı mı yoksa Cudi mi? Ortada bir çıkarın olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Belki, Mezopotamya efsanelerinde söz edilen Nuh’un veya benzeri birin gemiye yüklediği altınlar ve gümüşler, Çetin Emeç’in sözünü ettiği Urartu altın ocakları, bir uranyum rezervi, jeopolitik önem, bilimsel olmayan başka amaçlar veya başka bir şey. Tek çare var gerçek bir kanıtın ortaya çıkmasını beklemek. Belki bir gün kozmik şakacı Nuh’un Gemisi’ni önümüze çıkarıverir. İşte o anda insanlık mistik ve mitolojik geçmişin ilk kanıtıyla karşılaşmış olacaktır. Çok şaşırır mıyız? 21. Yüzyıl insanını şaşırtacak pek fazla bir şey kalmadı gibi…
Yorum Yap